Önceki gün Business Channel’de Marilyn Monroe’nin başrolünü paylaştığı “Niagara” filmini izledim. Efsane oyuncu tek kelimeyle muhteşemdi. Bu kadar güzel bir filmi aslında beyazperde de izlemeyi tercih ederdim. ‘Niagara’ tutkulu aşkın ne kadar büyük tehlikelere yol açabileceğinin en güzel kanıtı.

Psikolojik öğeler taşıyan, müthiş bir aşk-gerilim filmi… Niagara’yı bu kadar geç izlediğim için üzülmedim dersem yalan olur. Tabi ki kinci kez izleyeceğim. Eminim pek çoğunuz izlemişsinizdir. İzlemediyseniz hemen tavsiye ederim. Monroe’nin o muhteşem banyo sahnesinin olduğu bu film o yıllara göre bugün bile çekilmesi güç sahenelerle dolu. 36 yaşında oldukça genç aramızdan ayrılan Marilyn Monroe için intihar ettiği yazılsa da trajik bir aşk uğruna Lady Diana gibi öldürüldüğü de iddia edildi. Marilyn’ın bu filmini izlediğimde boşu boşuna efsane olmadığını bir kez daha anladım. Her ne kadar aptal sarışın rolleriyle özdeşlestirilse de bu filmde çok farklı bir karakter çizmiş… Özellikle Monroe’nin canlandırdığı Rose karakteri ve eşi Georgo’un nevrotik kişiliği çok başarılı canlandırılmış… Marilyn Monroe’nin eşini umursamaz tavrı, eşinin onu çok sevmesine rağmen sinirli ve dengesiz hareketleri ‘Niagara’yı gizemli ve izlenilir kılıyor.

Niagara Şelalesi’nin büyülü atmosferinde film tüm gerilimine rağmen görsel bir şölen havasında geçiyor… Final sahnesinde, Rose’un çan seslerini duyması, eşinin öldürdükten sonra “Seni sevmiştim Rose” diyerek pişmanlık duyup kaçması enteresan… Yaşananlar tüm gelgitleriyle o yıllarda çok güzel beyazperdeye yansıtılmış. Final sahnesinde efsane sanatçının çantasından ruju düşüyor… O yaşam dolu Monroe’nin ansızın aramızdan ayrılışı gibi…
Marilyn Monroe için çok şey yazıldı söylendi. “Seks Bombası” dendi.., erotik görüntüleri var dendi, hatta ölümüne Amerikan Başkanı Kennedy ile yaşadığı gizli aşk ve onu kardeşiyle aldatması bile öne sürüldü…

Marilyn Monroe’nin canlandırdığı bohem Rose karakterini izlerken, sanatçıların yaşadığı şöhret bunalımı ve gelgitler de aklıma gelmedi değil.. 5 dakika önce kahkahalar atarken 5 dakika sonra bir anda hüzüne boğulmak, sinirlenmek.. Hızlı ruh değişiminin iz düşümleri… Marilyn Monroe, James Dean, Nathalie Wood, Grace Kelly’yi efsane kılan belki genç ve trajik ölümleri diye düşünülse de, onları gizemli kılan başka şeyler de var.. Tüm başarılara rağmen yalnızlıkları, her şeyi göze alacak kadar tutkulu aşkları ve trajik sonları… 1953 yapımı “Niagara” aşk ve nefreti, gelgitleri çok güzel anlatan bir film…
Benim gibi şimdiye kadar izleyemeyenler için ya da bir yolunu bulup izlemek isteyenler için filmin konusunu anlatmadan geçmeyeceğim:

Balaylarını geçirmek üzere Niagara şelalesine giden Polly ve Ray Cutler orada Rose ve George Loomis çifti ile karşılaşır. İki çift birlikte geçirdikleri süre içerisinde birbirlerini tanıma fırsatı bulur. Eşi ile bazı problemleri olan Rose'un George'dan kurtulmak için bazı planları vardır. Sevgilisi Patrick ile gizli bir aşk yaşayan Rose, George'u öldürmesi ve buna bir intihar süsü vermesi için Patrick'i ikna eder.

Marilyn Monroe’yi aptal sarışın rolleriyle, “Bazıları Sıcak Sever” ile hatırlardım hep, ‘Niagara” da ki performansıyla düşündüm ki çok yönlü bir oyuncu ve erkekleri kendisine aşık etmemesi mümkün değil. Erkek dergilerine verdiği pozlarla hızla zirveye oturan Monroe “Niagara” ile şöhreti yakalamış ve kısa süren hayatında son filmi “Uygunsuzlar” ile sinemaya veda etmiş! Uygunsuzlar başrolü oynadığı Clark Gable'ın da son filmi oldu.

1926 yılının Haziran ayında doğan Marilyn Monroe’nun gidişi de sıcak bir yaz günü oldu. 1962 yılının Temmuz ayında alkollü bir şekilde uyku hapı alarak yaşamına son veren sanatçının öldürüldüğü de öne sürüldü… Tıpkı ‘Dönüşü Olmayan Nehir’ ‘Niagara’ da olduğu gibi…

Türkiye’ye baktığımda aklıma ilk Cahide Sonku geldi… O kadar şaşalı yaşamın ardından Tepebaşı’nda otel odasında yalnız başına ölüşü.. Cenazesinde dört beş kişinin oluşu. Acıların Kadını “Bergen”in ölümü de “Niagara” filminde Marilyn Monroe’nin oynadığı Rose’un sonu gibi; eşi tarafından oldu! Bazı sanatçılar gizemlidir… Ortada görünmeyi sevmezler, hayatları onları savursa da yaşarken de ölünce de iz bırakırlar… İşte bu efsane olmak… Çünkü hep merak edilirler, yaşamlarında ki gizemden dolayı…

Kerem Divarcı’nın kaleme aldığı Zeki Müren’in son yıllarını anlatan kitabının da bu gizemi bir nebze olsun aralayacağına inanıyorum… Sanat Güneşi’miz Zeki Müren de, şöhretten bunalıp, kilolarıyla savaştığı, herkesten kaçtığı dönem de Bodrum’da inzivaya çekildi. Ve her zaman aldığı çok sayıda ilacını TRT’ye giderken almadı… Çoğuna göre intihar etti… Bazılarına göre kader... Her şeye rağmen efsaneler yaptıklarıyla yaşıyorlar…

OLCAY ÜNAL SERT  (17.06.2008)