İşte o yazı….
Tekinime mektup;  
 Şu Ellerin Taşı Bana Hiç Değmez; Dostun Bir tek Gülü Yaralar Beni...
    Son günlerde içimden bir cümle çığ gibi kopup geliyor; “ Mümkün olsa da geri dönsen.” diyorum. Kızma, bu bir isyan değil. Ben isyan etmem bilirsin.. Hüda’ nın katında her şeyin vardır bir sebebi, sual edilmez. Hem bilirsin hayrın şerrindense şerrin hayrını yeğ tuttum hayatım boyunca. Bugün sana gelirken hayatında düşüpte kalkamadığın tek yer olan o ölü sokaktan geçtim. Dilimde dönüp duran şu beyitle ‘’Düştü Hüseyin atından Sahrayı Kerbelâ’ya Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya’’. Yıllarca ne çok düştük ve her seferinde daha büyük kalktık. Şu kısacık zamanda bile bilsen ne çok şey değişti. Yaşasaydın o anlayışlı ulu yanınla gülümser; ‘Kul Yaratan’a sırt çeviriyor, şaşırmamak lazım.’ derdin.
    Seni Ebu Turab'ın koynuna verdiğim günden beri Tekin'im, ocağımıza incir ağacı diktiler; ama hesap edemedikleri tek şey incir, dağ başında bile, gerekirse kayayı sabrıyla deler, yine de canına su ulaştırır ve kendini yüzyıllara taşır. Bende biliyorum ki, ben adını da davanı da dimdik zamana taşırım. Hissedebiliyorum, sözcüklerim  mezar taşından ruhuna ulaşıyor. Geri dönebilseydin? Büyük ihtimalle yol ayrımlarında bulacaktın kendini. Bambaşka kararlar alacaktın. Ve yine bilirim ki, yine affeden olacaktın. Senin fıtratın buydu çünkü…….
    Yıllarca önce çetin bir siyasi seçim sürecinden geçiyorduk, gecemiz gündüzümüz birbirine karışmıştı. Bir seher vakti uykusuzluktan kan kızılı olmuş gözlerinle ufka bakarken, bir yandan da acı içinde bacağını ovuyordun. Yanına gelip bu kadar yıpratmasan kendini dediğimde; ‘’Özlem, benim vebalim büyük; ben daha bebekken yüklendim dünyanın çilesini... Bu bacağımdaki illeti, ülkeleri emperyalist çakallar tarafından derdest edilmiş bir gariban halktan aldım. Ben kendimi bildim bileli mücadele ettim yürümek için, konuşmak için, okumak için…. Ve yıllar sonra anladım ki beni ayakta tutan bu halk sevgisi; dolmuşa binen aslan gibi bir genç bütün ceplerinde para arayıp dolmuş parasını denkleştirmeye çalışıyorsa, bir baba çocuğunun istediği oyuncağı alamıyorsa, bir ana mutfağında boş tenceresine ağıt yakıyorsa, hasta hastane kapısında kalıyorsa bana rahat yok.’’ dedin. Ve bana usulca Hz. Hüseyin’in sözlerini tekrar ettin…..               
     "Sanılmasın ki, boyun eğmemem kibrimdendir. Ben boyun eğerim. Ama bilirim ki, Yezid'in önünde eğilirsem eğer, zalimlik azalmaz, çoğalır. Ben inat etmiyorum. Yezid biat etmem için inat ediyor. Çünkü o güçlüdür. Gücünü de satılmış kumandanların ordularından alıyor. Sanılmasın ki, kibrimden dolayı boyun eğmiyorum Yezid'e. Ben benden sonra gelecekleri düşünerek, bir insanın ne kadar güçlü olursa olsun, yine de gücünü kıracak birilerinin şu dünyada var olabileceğini göstermek istiyorum.''. Bu savaşta zalime boyun eğip refah içinde yaşamaktansa ölümü seçerim. Ve tarihte, İmam Hüseyin’in zalime biat etmemesi  mazlumluğun, inanmışlığın sembolü olurken, Yezit ise isim olmaktan çıkıp her devirde zalimlere sıfat olarak verilecektir. Evet, tarih her şeyi yazıyor kocam. Kızımız küçükken sürekli kulağına bir beyit okurdun:
 
 
                            Bacım Zeynep cümle ehlim burada sana emanet
Zalim güruh döndü dinden etti bize ihanet
Sana teslim eyledim hep Al’abayı nihayet
Soranlara emanetçi Zeyneb’im ben diyesin
 
 
       Sonrada alnından öpüp ‘Gücü, sabrı  Zeyneb'ül  Kübranın ki  gibi sağlam olsun.’ derdin. Dünyam, Hanem, yüreğim, canım, sevdam.. Senden sonra  toz dumanım; lakin davam büyük. Tıpkı Kerbela’nın  emanetçi  Zeynebi gibi matemimi heybeme atıp o kutsal yolda ilerleyeceğim. Hiç bir şey bitmedi yeni başlıyor. Ve mezar taşına sarılıp yanından ayrılırken Şair  Muhyiddin Abdal’ın o çok sevdiğin ve ritminin ilahi bir kudrete bağlı olduğuna inandığın eseri dilimde: ‘Zahid bizi ta'n eyleme, hak ismin okur dilimiz, sakın efsane söyleme hazret'e varır yolumuz, sayılmayız parmak ile ,tükenmeyiz kırmak ile………………………………..’

Özlem Ağırman, silahlı saldırıda vefat eden rahmetli eşi Tekin Ağırman ile mutlu günlerinde.
Editör: TE Bilisim