Selda Bağcan: Aktroller, soltroller, Kürttroller saldırıyor!

İşte Yazgülü Aldoğan'ın aktarımıyla o ropörtaj:

Selda Bağcan’la buluştuğumuz gün tam da Müyesser tutuklanmış. Yazdığı için. Gazetecilik yaptığı için. Selda Bağcan’ın evinde sanatçının hazırlanmasını beklerken duvarda sinema perdesi büyüklüğündeki ekranda sürekli Tele1 açık. Müyesser Yıldız’ın tutuklandığı haberleri bitiyor; Selda Bağcan’ın yeni çıkan LP’in teaser’ı dönüyor, “Yaz Gazeteci Yaz” parçasıyla! Selda Bağcan’ın kendisinin bile dinlerken tüylerini diken diken eden sesinden çığlık çığlığa “Yaz Gazeteci Yaz!” çalıyor. Yaz da gör başına gelecekleri. İlker Başbuğ ifade vermeye çağrılmış. “Hüküm giydiğim zaman idam cezası olsaydı şimdi aranızda olmayacaktım” diyor. En çok ondan korkmuştum kumpas davalarında leblebi çekirdek gibi müebbet dağıtılırken; idam cezası yürürlükte olsaydı şimdi onlarca sehpa dikiyorlardı diye! Yanlıştan dönüşü de yok. 

40 YILDA 40 ŞARKI

Aman, nereden nereye getiriyor beni düşüncelerim, neyse ki Selda Bağcan salona geliyor, demin seyrettiğim teasır’ın habere fon olsun diye değil, kendisinin verdiği bildiğin reklam olduğunu anlayıp bir oh çekiyorum! Ama bu ülke böyle, Selda Bağcan da meslek hayatının 40 yılda 40 şarkı LP’ini yapmış ama o şarkıların sözlerinden ötürü de başına gelmedik kalmamış! Birkaç kez gözaltına alındığını, üç kez cezaevine girdiğini, az da olsa yattığını biliyorum ama hepsi de mi şarkı sözünden olur? Şarkı yahu, şarkı! 

“Bu devletin bana çok borcu var!” diyor gülerek. 1980-87 arasında pasaportuna el konulmuş, yurtdışına çıkamıyor! Önemli, çünkü Selda Bağcan, ilginç bir biçimde dünyada da çok tanınıyor, seviliyor ve çok konser teklifi alıyor, pasaporta el konulunca gidemiyor. Hatta 80 darbesinde evde otururken “yurda dön” çağrısı alıyor da gülüp geçiyor, “MİT de iyi çalışmıyor, ben zaten buradayım”  diye. Cem Karaca, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ konser için gittikleri yerlerden dönmemiş, ama Selda burada kal denmesine karşın aylar önce yurda dönmüş bile! 

“Hiç mi yurtdışında yaşamayı düşünmediniz” soruma “Buranın müziğini burada yapabilirsiniz, ayağınızın kesilmemesi lazım. Hapse girdim, sıkıntı çektim ama olsun, bunlar besliyor müziği” diyor. Hapse girersin de gerçekten turpun büyüğü heybendedir, anlarım. Selda Bağcan’ın sadece şarkı sözleri başa bela. “Üç karanfil vereceğim” sözlerini Deniz Gezmiş’lere ithaf ettiğini düşünüyorlar. “Mahpuslara güneş doğmuyor” sözlerini de yine Deniz Gezmiş’e, onlar hapiste diye. Hatta bu şehir efsanesi o kadar yayılıyor ki Deniz Gezmiş’in nişanlısı olduğuna dair dedikodu çıkıyor. “Ben bırak nişanı, tanışmıyorum bile, o İstanbul’da, ben Ankara’da okuyorum o dönem; hiç karşılaşmadık, hiç görmedim kendisini” diyor. 

İlk toplatılan plağı “Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi” sözleri yüzünden. Şiiri ilk duyduğunda o da sözlerine vurulmuş, hemen bestelemiş ve söylemiş. Yazanın Zülfü Livaneli olduğunu da bilmiyor, anonim yazmış sözün karşısına. Yıllar sonra Zülfü Livaneli’yle işin esprisini yapmış. İyi ki senin yazdığını bilmiyordum, adını yazmadım, yoksa sen de yargılanacaktın, bana teşekkür borçlusun” diye! Koçero şarkısının sözleri yüzünden de yargılanmış! Hem de 40 gün Metris’te gözaltında kaldıktan sonra. Devletin bana çok borcu var derken haklı. “Ama yine de o dönem, hiç olmazsa suç uydurmuyor, iftira atmıyorlardı, şarkı sözü diyorlardı, casusluk demiyorlardı diye bir tarafı da var işin.”

PATRON...

Selda Bağcan’la korona günlerinde herkes kararmış evinde izole otururken çalışıp çıkardığı “40 yılda 40 şarkı” albümü için buluşmuş konuşuyoruz. Tabii ki  pandemi başladığı anons edildiğinde herkes gibi büyük şok yaşamışlar, Bodrum’a tatile gideceklermiş, korkup bileti iptal etmişler, ardından da kısıtlamalar başlayınca kalmışlar mı İstanbul’da. Bari çalışayım, demiş. Selda Hanım, sadece müzisyen değil, aynı zamanda yapımcı, hem de İMÇ gibi yerde, hem de muhasebesini bile kendi tutan bir patron, Cenk Eren’e yeni çıkardığı plağı gösteriyor. Gitmiş faturaları almış ofisten, evde önce hesap kitap işlerini bitirmiş. Sonra yeni LP’yi hazırlamış ve 15 gün önce de piyasaya vermişler ki küçük bir reklamla ilk parti bitmiş bile, ikinciyi basıyorlar! Tabii bu, bütün işler yürüyor demek değil. O da bütün müzisyenler gibi anlaşmasını yaptığı bütün konserlerin ertelenmesinden üzgün, işlerin tekrar ne zaman açılacağını da pek bilemiyor. Bir dünya turnesi anlaşması varmış 2021’e kalmış. ABD’de on şehir gezilecekmiş, bu koşullarda ne kadar neresi gezilir meçhul. Avrupa turnesi varmış o da kalmış. Ağustostaki İngiltere konseri de meçhul. Eylül ayı için bir Neşet Ertaş konseri teklifi almış, bir de İzmir’den davet. Neyse ki belediyeler aramaya başlamış bile. Geçen yıl hepsi aynı hafta, farklı şehirlerde 4 konsere çıktığı oluyormuş çok kısa aralıklarla. Bu sene hepsi iptal. Yine de hayat çalışmaktan ibaret değil, şimdi Bodrum’a gidiliyor, denizle buluşma var ufukta. Biraz da yeme içme. Evde kalındığı sırada dışarıdan hiç yemek getirtilmemiş, kebaplar, balıklar çok özlenmiş! Maşallah iştah da var! 

KONSERLER ÇOK MEŞAKKATLİ

Konserleri seviyor mu? Seyirciyle birlikte olmayı seviyor ama çıkana kadar çok heyecan, çok gerginlik yaşıyor, “çok meşakkatli” diyor. Bu üç buçuk ay çok dinlenmiş ama belli ki sonbahardan sonra başta avans aldığı işleri,  konserleri yapmaya da başlamak istiyor. “Çalışmaya başlarım” diye yineliyor. Alışık olunca boş oturmak zor. 

 Kolay değil, bütün bir hayat, çala söyleye geçmiş. Selda Bağcan, ortaokul yıllarında başlamış şarkı söylemeye. Önceleri klasik gitar dersi almış, çalıyor, o yıllarda rock söylüyor, Beatles, Fransızca şarkılar, yabancı hep. Hiç Türkçe pop söylememiş, sonra bir ortamda türküleri keşfediyor, çok etkileniyor. Onları gitarla aranje edip söylemeye başlıyor. Anadolu Rock olayı böyle başlıyor. Daha sonra “Olcay Poyraz’ın annesi Türkan Poyraz elimden tuttu” diye anlatıyor, Amalia Rodriguez’den fado bile söylüyor ve bir gün ünlü Times dergisinin sıralamasında dünyanın en iyi 81 kadın vokali arasında Amalia ile kendisini aynı listede görünce çok mutlu oluyor. 

AKTROLLER, KÜRTTROLLER

Aslında fen fakültesi fizik bölümü mezunu; kimya, matematik seviyor. Müzik eğitimi daha çok kulaktan dolma. Bestelerini kendisi yapıyor ama aranjeler ağabeyden. Zaten ailede müzik yapmayan yok. Herkesin sesi şahane! Kızların adı bile Serenat, Sonat diye gidiyor! Serenat, başta Fazıl Say’ın, hepimizin sevdiği şarkıcımız!

2021’de meslekte 50. yılını kutlayacak. Toplam 260 şarkılık bir albüm çıkarma, bir de kutlama konseri hayallerini kuruyor. “Bunca yıl sizinle çok uğraşan devlet, herkesle uğraştığı bu son yıllarda sizin peşinizi bıraktı galiba, bir sıkıntı yok mu” diye soruyorum. Daha çok toplumsal linçlerden şikâyetçi. Ve provokasyonlardan. Geçenlerde İzmir’de camii hoparlöründen “Yuh Yuh” şarkısının çalınmasına çok sıkılmış. Besbelli kışkırtma. Menajeri ve fan grupları tarafından yönetilen sosyal medya hesaplarında en ufak bir paylaşımda linç edilmekten yorulmuş. “Instagramımda sadece konser ve müzik etkinliklerimiz var; Twitter’dan uzak duruyoruz, ne yazsak suç. Aktroller, soltroller, Kürttroller saldırıyor, vazgeçtik artık bir şey yazmıyoruz” diye yakınıyor. 

Bravo, zaten istenilen de bu. Ne güzel söyledi; bundan önce de çok baskı gördük, gözaltılar, mahkemeler, ama hiç olmazsa saçma bile olsa suçlama belliydi, şimdi o bile değil! İsteniyor ki herkes deliğine girsin, kafasını içeri çekip sussun. Selda ise haykırıyor; Yaz Gazeteci Yaz! Konserlerinizde en çok istenen şarkınız hangisi diye soruyorum. Yanıt anlamlı “Yuh! Yuh! Yuh!” Boşuna bunu seçmemişler minareden çalmak için!  Fahrettin’in konserlerine niye mi çıkmıyor? Ne seyircisi orada, ne de gerçek müzisyenler, ne işi var orada? 

Editör: TE Bilisim