İşte Şekip Mosturoğlu’nun açıklamaları….

2010 – 11 şampiyonluğu tarihi bir şampiyonluk, tarihimizin en önemli şampiyonluklarından bir tanesi ve maalesef 10 yıldır da o elde ettiğimiz şampiyonlukla ilgili mücadelemizi sürdürmek zorunda kaldık; hala da sürdürüyoruz. O şampiyonluğu sadece basit bir kupayla ifade etmek mümkün değil. Daha sonra 15 Temmuz’da gördük hain bir örgüt Türkiye Cumhuriyeti’nin içini sarmış, önemli kurum ve kuruluşlarla bir mücadeleye girmiş, vesayet mücadelesine girişmiş, bu mücadelede en büyük maalesef olumsuz darbeyi Fenerbahçe aldı ama övünerek ve gururla söylemek isterim ki ona karşı direnen ilk yapı Fenerbahçe oldu ve Fenerbahçe’nin direnişi 15 Temmuz’a ilham verdi. Bu kötü karanlık yapı, bütün boyutlarıyla Türkiye’de bir gerçek olarak ortaya çıktı. O açıdan değerlendirildiğinde, tarihi bir şampiyonluk.

Bu örgütün Fenerbahçe’yi seçme sebebi, bunun hukuğa yansımış, yargılama süreçlerinde ortaya çıkan belgeleri de var ama şunu söyleyebilirim ki tabi ki o dönemde başımızda olan Sayın Aziz Yıldırım’ın Cumhuriyet’ten yana, devletten yana olan tavrı, Atatürk ve Türkiye sevdalısı olması, Fenerbahçe’nin bir sivil toplum kuruluşu olarak Atatürk izinde ve onu gösterdiği istikamette bütün mücadelesini veriyor olması bence bu saldırının en önemli sebeplerinden bir tanesi. Tabi ki camianın büyüklüğü, camianın olaylara bakış hassasiyeti, olaylar karşısında reaksiyon göstermesi. Bunların tamamı belli başlı sebepler. Bunlar yargı süreçlerinde ortaya çıkan konular. Zaten amaç büyük camiaları karşı karşıya getirip toplumsal çatışma noktaları, sinir uçları yaratabilmek. Maalesef de o günden bu güne hala o konu üzerinden süren tartışmalar, bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlıklar devam ediyor.

Trabzonspor’la yaratılan çatışma ortamı
Tabi ki toplumun içerisinde kurulmak istenen fay hattı büyük camialar üzerinden kurulabilir. Camiaların da bu tip olaylara reaksiyonlarının ve tepkilerinin boyutuyla alakalıdır. E Trabzonspor da Türkiye’nin en önemli camialarından bir tanesidir, futbolla il olarak özdeşleşmiş, il sınırlarını aşıp, Türkiye çapında taraftarı olan bir kulüptür, bir şehir takımı değil Türkiye takımıdır. O açıdan baktığınızda çok elverişli bir çatışma zemini yaratılmıştır. Galatasaray’la veya Beşiktaş’la olsa benim düşünceme göre yine büyük bir sıkıntı yaşanabilirdi.

Covid Süreci
Ahmet Nur Çebi’ye çok çok geçmiş olsun diliyorum. Sadece ona değil bu hastalığa yakalanan tüm herkese geçmiş olsun diliyorum, hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum.

Covid sonrası dönem…
Futbol değişti, %100 değişti. Bir şöyle değişti, yeni normaller oluştu. Yeni normaller içerisinde geçmişin ekonomik parametreleri de değişecektir. Yani gelirler azalacaktır, giderleri kulüpler düşürmeye çalışacaklardır. Bu açıdan baktığınızda futbol ekonomisi küçülecektir. İkincisi, kötü niyetli fırsatlar yaratmıştır. Bu kötü niyetli fırsatların gözardı edilmemesi gerekir. Ödememe alışkanlığı kulüplerin veya futbolcuların bağlılıklarının sorgulandığı dönemler yaşanacaktır, sözleşmeler bakımından söylüyorum. Bu açıdan bakıldığında hukuki ihtilaflar çıkacaktır. Üçüncü olarak da büyük bir olasılıkla kamu otoritesi toplumsal barış açısından bilgileri bizim kamuoyuna veriliş şekli, bizim alış şeklimiz onların sahip olduğu bilgilerden daha azdır bizim elimizdeki bilgiler. Bu pandemi sürecinin 3 ayda atlatılıp eski hayatımıza döneceğimizi bekleme bence hayal. Aylar geçtikçe bunu keşfedeceğiz. Mesela seyircisiz maçlara belki alışacağız veya stat kapasitelerinin düşürüldüğü, koltukların boş bırakıldığı maçlara alışmamız gerekecek. Bunlar alıştıra alıştıra göreceğimiz, tecrübe edeceğimiz şeyler. Maliyetler artacaktır, kamp maliyetleri, temizlik maliyetleri. Bunlarla baktığımızda, Mart öncesi parametreler, sporda olmayacaktır.

Sporcularla yapılmış sözleşmlerde son durum ve lige verilen arada bu sözleşmelerin durumları
Mücbir sebep durumunda, Türk Hukuku’na göre uygulamanın nasıl olacağı belli. Ya uyarlama talep edecekseniz, ya da sözleşmenin feshini talep edeceksiniz. Uyarlamadan benim anladığım karşılıklı ifası gereken yükümlülükler olduğu için, futbol faaliyeti durduğu için, ne kulüp ne futbolcu açısından bir yükümlülük olmayacağıdır. Ama geçmişten gelen borçlar varsa, bunu vermeniz gerekir. Kulüpler Birliği’nin önerileri arasında onların da dondurulması gibi bir öneri vardı, onun nasıl olacağını bilmiyorum, hukuken mümkün değil. Dün herhalde oldu, Kante antrenmana çıkmayı reddetti. Bugün Tahir Kum’un yazdıklarından anlıyoruz ki, bu konu gündeme gelmiş Türk Futbolcuların arasında oynamama konusunda bir takım telefon trafiği olmuş. Bunların artma ihtimali var. Diyelim ki bugünün konusu değil, ama belki maçlar başladıktan sonra olumluya giden senaryoda olumsuz gidebilir. Karışık bir sürece doğru gidiyoruz.

Gökhan ve Caner konusu
Birincisi, şöyle bir hadsizlik yapıp alınsınlar alınmasınlar gibi bir şey deme durumum yok, bunu söyleyemem. Bütün kulüplerin futbolcuları taraftarlar için değerlidir ve bu değer sahadaki performansla kazanılır. Hiçbir yönetici de o süreçleri zayıflatacak gizli kalması gereken kamuoyunda tartışılmaması gereken konuları konuşmamalıdır. Bu da benim algım. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bizim yönetimimiz zamanında Caner ve Gökhan’ın sözleşmeleri sona ermişti. Her ikisiyle de sözleşme uzatmak için o günkü yönetimin iradesi vardı o günkü teknik ekibin raporları doğrultusunda. Caner’in durumu çok ayrıydı, eşiyle boşanma arefesindeydi, Türkiye’den uzaklaşmak, ailevi ve sorunu Türkiye’de yaşamamak istiyordu. Uzaklaşmak istiyordu. Bu çok saygı duyulması gereken bir sebep, bu ileri sürüldükten sonra sizin daha fazla adım atmanız mümkün değil, çünkü konu maddi değil, bağlılıkla ilgili bir sıkıntısı yok. Bu gerekçeyi söyledi. Hatta en son konuşma, Caner’in Fenerbahçe’yle en son konuşma ben, Caner ve Batur Altıparmak arasında geçmiştir. Orada da Caner “Abi çok teşekkür ederim. Ben biliyorum bu ailenin bir parçası olduğumu. Ama ben gitmek zorundayım.” Dedi. Sebebini de anlattı, ben de yönetime anlattım. Biz makul gördük, yapacak bir şey yoktu, Inter’e imza attı. Galatasaray maçındaki hareketinden sonra, olaylardan sonra oldu bu. Benim anlatabileceğim bu tarafı. Sonra Inter’e gitti, hoca değişikliği oldu Inter’de, kadro dışı kalınca oynamak istiyordu, son anda Beşiktaş’a geldi. Ondan sonrasının değerlendirmesini artık taraftarlar yapabilirler. Caner gittikten sonra ne yapmış, ne etmiş, geri dönmeyi haklı kılacak durumu var mı yok mu artık taraftarlar karar verirler. Ama ben Fenerbahçe’nin o dönemde yaşadığı durumu anlattım. Yani sözleşme uzatmak istediğimiz bir futbolcuydu Caner.

Gökhan’la ilgili benim devreye girdiğim dönem Nisan ayı gibi oldu. Hatırlarsan bir doping mevzusu vardı, kaburgası kırıldığı sırada aldığı bir ilaçla ilgili doping kontrolünde pozitif çıkmıştı testi. Onunla ilgili disipline sevk süreci vardı, o andan itibaren transfer sürecine dahil olmuştum. Bütün spor camiası bunu bilsin, Gökhan’ın da bunun reddedeceğini zannetmiyorum. O süreçlere şahit gazeteciler de var, onların da zaman içerisinde konuşacağını düşünüyorum. Fenerbahçe Kulübü’nün transfer sürecinde en çok mesai harcadığı, çaba sarfettiği, fedakarlık yaptığı futbolcudur Gökhan. Fenerbahçe’nin Gökhan’a teklif ettiği mali koşullar Beşiktaş’ın sağladığı koşullardan bana göre daha iyidir. Yaptığı sözleşmeden de daha iyidir son noktada. Hatta ben mesela şu an şaşırıyorum; Gökhan 4. Yılını tamamladı Beşiktaş’ta. Gökhan’ın benim bildiğim 4+1 yıl olması lazım sözleşmesi çünkü bizim de verdiğimiz teklif 4+1 yıldı. Eşdeğer biz sözleşme istiyordu çünkü. O süreçleri Sayın Aziz Yıldırım Divan Kurulu’nda, FBTV’de medyada rakamlarıyla beyan etti. Söylenen rakamların hepsi doğrudur. Benim inancım, yanılıyor da olabilirim, yanılmıyorsam Gökhan belli bir süreç içerisinde düzeltir; benim inancım görüşme süreci içerisinde, Gökhan’ın Fenerbahçe’yle sözleşme imzalamaya çok gönüllü olmadığı. Çünkü sağlanan koşullar vs. Beşiktaş’tan daha iyiydi. Dolayısıyla, maddi konularla ilgili durum iddia edilecekse o durum söz konusu değil. Geçenlerde sosyal medyada gördüm, kendisiyle görüşülmemesi gibi bir süreç, haşa, mümkün değil. Nisan’dan Beşiktaş’a imza atmadan 1 gün evveline kadar, 7 gün 24 saat görüşenlerden biri benim. Yazışanlardan biri benim. Bu yazışanlar kısmını çok çok önemsiyorum. Çünkü aramızdaki yazışmalar hala duruyor Sevgili Gökhan’la. İleride anılarımı yazarsam ben bunları Gökhan’dan izin alarak kullanmak istiyorum çünkü bunlar özel iletişimdir, onu paylaşmak çok doğru olmaz. Ama ona orada Fenerbahçelilik değerleriyle ilgili söylediklerim, Fenerbahçe’nin geleceği ile ilgili ona söylediklerim, o açıdan baktığımızda, manevi karşılığını bulmamıştır bizim arzumuz, öyle söyleyebilirim.

O dönemde de konuşuluyordu. Hatta şunu da söyleyeyim biz Gökhan ile görüşmeye başladıktan sonra Beşiktaş’a imza atmış olduğu o yüzden bizle anlaşamadığı medyada da dillendirilmeye başlandı… Gökhan Fenerbahçe ile sözleşmesi devam eden bir futbolcuydu. Dolayısıyla sözleşmesi devam ederken başka bir kulübe imza atması ve o kulübün, o sözleşme üzerinden hak iddia etmesi mümkün değildi. Ben bunu defalarca Gökhan ile konuştum “Eğer bir kaygın, bir korkun varsa buradan bir sıkıntı çıkmaz. Rahat ol” diye… Hatta en son tahlilde bir tehdit olayları vs. geldi gündeme. Tehdit edildiğine dair bir takım olaylar gündeme geldi. O dönemde sayın başkan Aziz Yıldırım direkt devreye girdi ve ona Fenerbahçe futbolcusunun Fenerbahçe için çok değerli olduğunu öyle kimsenin Fenerbahçe futbolcusunu tehdit edemeyeceğini ve en büyük güvencenin Fenerbahçe olduğunu kendisine hatırlattı. Dolayısıyla maddi-manevi yönünden baktığınızda şunu söyleyebilirim Fenerbahçe için Gökhan en çok emek harcadığı, zaman harcadığı futbolcusudur.

Burhan Karaçam Yayını
Yayını ben de seyrettim. Hüseyin (Özkök) Bey’in sorusu üzerine Burhan Bey gayrimenkul zengini olmadığımızı söyledi. Ben gerçekten şaşırdım sayın Burhan Karaçam’ın verdiği cevaba… Fenerbahçe şu anda rakipleriyle kıyasladığınız zaman en çok gayrimenkule sahip olan 2 veya 3. kulüptür. Galatasaray Riva’da çok önemli bir proje gerçekleştirdiği için tabii ki ekonomik olarak daha öndedir. Kuruşu kuruşuna değerlendiremem tabii. Kimseyi kıracak bir şey söylemeyeyim ama kesinlikle mütevazı olunmaması gereken şey şudur; Fenerbahçe gayrimenkul zenginidir diğer kulüplere nazaran. Ama sayın Burhan Karaçam’ın ölçüsü ne gayrimenkul zenginliğinde onu bilemiyorum ben. Ama benim ölçülerimde Türk kulüplerini bildiğim için, Türk kulüplerinin mal varlıklarını bildiğim için Fenerbahçe’yi gayrimenkul zengini olarak görürüm ben. O söylediği söylem içerisinde şu da beni çok üzdü açıkçası… Bu gayrimenkullerin edinilmesinde sayın Ali Koç’un da çok büyük çabası vardır. Yani o dönemi bütünüyle birlikte yok etti. O çok ilginç geldi bana. Ben Ali Bey’in de böyle ne kadar kulübün gayrimenkul sahibi olması gerektiği konusunda düşüncelerinin olduğunu bilirim. Ben eminim Ali Bey de taş üstüne taş koymak isteyecektir. Yani bugünkü gayrimenkulümüz neyse onun bir fazlası olsun isteyecektir. Burhan Bey’in gayrimenkul konusunda söylediği şey dil sürçmesi olabilir diye düşünüyorum. Ama Fenerbahçe’nin elinde gayrimenkuller vardır. En azından Ülker Arena’nın yanındaki 68 dönümlük arsa Ülker ile salon yapılırken yapılan anlaşma gereği 2 parsele ayrıldı orası. Bir parselin üzerinde bir büyük, bir küçük spor salonu yapıldı. Diğer parsel ayrıldı ve daha sonra bir iş birliği sözleşmesi yapıldı. O sözleşme ile değerlendirilse o gayrimenkul pandemi öncesi olarak söylüyorum 500-600 milyon lira civarında nakit bir girdi sağlayacaktı, yeni bir kolej yapılacaktı, mini otel yapılacaktı amatör şubelerin, özellikle basketbolun konaklaması için… Bakın o kadar önemli bir projedeydi ki o, oraya yeni bir kolej yapılsa yine bugün sahibi olduğunuz kolej boşa çıkacaktı. O gayrimenkul de çok değerli bir gayrimenkul. Orası projelendirilse orada da bu çapta bir ciro elde edilebilir.

Ataşehir Arsası
Bir para trafiği yok burada. Muhasebe tekniği açısından yazılması gereken bir rakam var. Sözleşmeye göre sözleşme süresinin sonunda ya arsayı iade edip o rakamı sıfıra indiriyorsunuz ya da arsayı projelendiriyorsunuz, o projeden o rakam çıkıyor ve geri kalan hasılat paylaşılıyor. Yani her iki ihtimalde de Fenerbahçe’nin kasasından para çıkmıyor. Bütçeleme tekniği açısından bilançoya kaydettiğiniz bazı yükümlülükler aslında bütçe performansını etkilemiyor. Borç gibi gözüküyor ama bunlar sizin ödemenizi gerektiren bir finansal borç gibi düşünmemesi gereken borçlar. Ataşehir olayı da tabii ki insanların tercihidir. Bu yetki kimdeyse o yetkiyi kullanarak kendi düşüncelerini kendi ilkelerini muhasebe tekniği açısından kulüp kayıtlarını o şekilde yansıtır. Kulüp kayıtlarında bir borç olarak gözükmektedir hatta ve hatta orada yapılacak proje bedeli de pasifte borç olarak gözükmektedir. Yani yapılmamış inşaatın yapılması halinde harcanacak para da orada borç olarak gözükmektedir.

Burhan Bey sunum yaparken bunu anlatıyor zaten ama satır arasında dip not olarak anlatıyor. Yani benim size yaptığım gibi izahat yapmıyor. İşte “Bütçe performansını etkilemez. Cebinizden çıkacak bir para değildir” şeklinde açıklamıyor. Yoksa bilanço okuyan herkes bunun ne olduğunu biliyor yani. Biz biliyoruz, bizim mali adamlarımız da biliyorlar. Hatta bununla ilgili başkan bir basın açıklaması yapmak zorunda kaldı. Muhasebe tekniği ile borcun finansal borçlarla birlikte bütçe performansını etkilemeyen borçlarla birlikte gösterildiği, o yüzden de yüksek gözüktüğünü açıkladı. Ali Bey kendisi söyledi 420 milyon Euro civarı olduğunu ama o da yüksek. O da düşük değil.

Burhan Bey’in iddiası muhasebe tekniği açısından borç 600 milyon Euro, çünkü dün yayında da öyle söyledi. Bizim bıraktığımız borç genel kurulda deklare edilen rakam neyse odur. Benim hatırladığım 420 milyon Euro civarıydı TL karşılığının o günkü kur değeri. Bugün nedir tekrar dönüp bakmam lazım.

Hatırlıyorum paket olarak 500 milyon TL’ye geliyordu bu projenin borç olarak gözüken kısmı.

Ben şunu söylüyorum; Bunu Burhan Bey anlatırken alt satırlarında, dipnotlarında anlatıyor. Diyor ki UFRS sistemine geçtik diyor ve muhasebe tekniği açısından biz böyle göstereceğiz diyor. Bu bir tercihtir ve böyle gösteriyor. Bunu da açıklıyor aslında dip notların da ama tabii algı ve olgu… Daha sonra anlatırken uğraşmıyor bu bizim bütçe performansımızı etkilemeyecek, bu cebimizden çıkmayacak diye bir çaba içerisinde değil. Gerek de yok belki onun için, doğrudur da kabul ediyorum ama bu bir algı oluşturdu.

Bir bölümü finansal borç yani para almışız para vereceğiz. Diğeri muhasebe tekniği açısından yazılması gereken borç. Mesela sponsorluklar da böyle. Diyelim ki 10 liralık bir sponsorluk aldınız ve bunu 5 yıl için aldınız. Her yıl sözleşme bedeli olarak 2’şer yıl yazdınız. 5 yıllık mukaveleniz var. Ama onu peşin aldınız. İlk yıldan sonraki 4 yıl için, yani 8 lira için aslında sponsorluk veren şirkete karşı yükümlülükleriniz var. İşte reklam vermek, loca tahsis etmem, koltuk vermek gibi para çıkmayan yükümlülükleriniz var. Ama bunu da muhasebeleştirmeniz lazım. Bunu da muhasebeleştirirsen karşısında para yazarsın. Yani borç yazarsın. Onu şöyle izah edebilir Burhan Bey, diyebilir ki o alan kullanıldığı için bir bunu kullanamıyoruz. Kullanabileceğimiz bir mecra kalmadı diyebilir. Tamam haklıdır bu kısmında amadönüp bu tarafa baktığınızda bu ödenecek bir borç değildir. Özellikle bunu Ülker isim sponsorluğu üzerinden söyleyeyim ben. O günkü süreçte Ülker grubu o isim sponsorluğuna niye girmiştir? O büyük bedeli -ki o sponsorluk bedeli çok çok büyüktür- hangi şartlarda vermiştir. Bunları oturup yani böyle geçmişini bilmeden ya da geçmişte konuşulanları bilmeden sadece bir sponsorluk gibi görüp, sponsorluk gibi değerlendirip muhasebe kaydına işlerseniz bugünkü yorumlar rahatlıkla yapılabilir. Ama o günkü işte 3 Temmuz’dan çıkmış kulüp, mali olarak çok zarar görmüş, o zararlarını yerine koyması, takımına takviye yapması, taraftarına bir coşkuya sahip olması için vermiş.
Editör: TE Bilisim