30. Sanat yılınızı “Işık ve Sevgiyle 30 Yıl” albümüyle kutlarken “Her şey şimdi başlıyor” demiştiniz. Aradan 10 yıl geçti ve 40. yılınızı kutluyorsunuz şimdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz aldığınız yolu?

 

Sessiz sedasız bir değişim yaşandı.

40 Yıl önce yalnız başlayan yolculuk giderek yolun kendisi oldu.

Duyarsızlık cehennemini reddedenlerin kendi cennetlerine kanatlandığı kalabalık bir yol var şimdi.

Hiçbir yapay katkı içermeyen, sadece şarkılarla inşa edilmiş bir yol bu.

Düşüncenin sınırsızlığınca, yolcusunu her defasında derinlerdeki  başka başka uzak ülkelere götüren şarkılar.

“Her şey şimdi başlıyor” dedim… Çünkü sevginin özü, Doğanın, ağaçların, çiçeklerin, bulutların yaptığı gibi, hiç durmadan yenilenmenin sırrını keşfetmek.  Bu huzurdur… Aşkla, umut ve kavgayla her an yeniden doğmak, metafizikle hiç ilgisi olmayan çok basit bir doğa olayıdır.

 

40. Yılınızda “Aşk Daima” adlı bir konserle Açıkhava sahnesinde sevenlerinizle buluşacaksınız. Nasıl bir konser tasarlıyorsunuz, “Ayrılıkların da Sonu Var” gibi bir konser serisi mi olacak bu da? Ve 40. Yılda yeni bir albüm düşünüyor musunuz?

 

Beşbin kişilik bir Melekler Korosu eşliğinde şarkılarımı söyleyeceğim.

Özel bir konsept ve özel bir repertuar ile yine çok özel bir buluşma yaşanacak.

21 Eylül’deki “Aşk Daima” konserini tek bir konser olarak planladım.

İki albüm projem var. Yeni şarkılardan oluşan bir albüm yayınlayacağım. Ayrıca tüm dönemlere ait klasikleşen bazı şarkılarımı senfonik orkestra eşliğinde yeniden yorumlayacağım bir başka albüm projem daha var.

Senfonik orkestra eşliğinde, büyük şehirlerde bir konser serisi yapmayı da arzu ediyorum. Bu yıl veya önümüzdeki yıl içinde bu projeleri gerçekleştirmek için çalışmalarımı sürdürüyorum.

 

Yıllardır uzun aralıklarla albüm yapmanıza, klip çekmemenize, röportaj neredeyse hiç vermemenize rağmen şarkılarınızın, sadece ilk dönem yaptığınız romantik şarkıların değil, senfonik rockla şekillenen 80 sonrası parçalarınızın da kuşaklardan kuşaklara aktarılarak klasikleşmesinin sırrı nedir? Sizin kadar az görünüp sizin kadar unutulmamak, hele de her şeyin gündelik tüketildiği bir çağda neredeyse imkansız. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

 

Bu şarkılar aşkla yapıldı, Yaşanmış hikayeler anlatıyorlar.

Canımdan, ruhumdan koparılmış parçaların her bir dizesinde yüreğim atıyor ve soluk alıp başka soluklarla her defasında farklı reaksiyona geçiyorlar. Belirli bir coğrafyaya ve zamana ait olmayan iç döküşlerim hepsi. Geride konuşarak, kendimi ve yazdıklarımı anlatmamı gerektirecek hiçbir alt metine gerek bırakmayacak kadar, kendi dinleyicisini seçip, kendi yolculuğunu yaratıyor şarkılar.

Ve ben şarkıları söylerken aslında şarkılar beni söylüyor.

Ruhlarda kapılar açıp kapatabilen canlı kainat parçaları o şarkılar.

Onların dilinden konuşmadıkça, anlamak da, öldürmek de zor, çünkü şarkı değiller. O şarkıların hissedildiği konser, konserden öte bir şey oluyor o yüzden.

 

Çok genç yaşta şöhreti yakalamış bir sanatçı olarak bu kadar ‘görünmez’ olmayı tercih etmenizin sebebi ne? Nedir sizi bu kadar izole bir yaşama iten?

 

Hiç kimseyi, hiçbir şeyi istemiyorum. Sadece sessizlik… İçinde anlam barındıran tek güzellik sessizlik. Bunun dışında bu gezegende hiçbir şeyin anlamı yok. Düşüncelerim, ruhum ve bütün anlamlar sessizlikte şekilleniyor. Kainatın fısıltılarını sessizlikte duyuyorum. Kırk yıldır yazıyorum. Eskiden, hayatın içinde koşturduğum zamanlarda geceleri yaratıyordum. Yaklaşık son yirmi yıldır ise günün bütün zamanları benim.

Aşkla yaratmak… Bunun dışında her şey anlamsız ve bu kısa dünya hayatının bulanık görüntülerinden uzak, daha çok anlamlar yaratmalıyım.

Çağın öldürücü ikliminde yetişmeyecek denli narin güzellikler yaratmak için başka bir atmosfer altında başka bir alem yarattım. Ve bu dünyaya ait olmayan şarkıların bu dünyaya ait olmayan yolcuları oluştu.

 

Michael Kuyucu’ya verdiğiniz röportajda “Şehir efsaneleri gibi dünyadan kopuk, aşırı ciddi, ruhi revan değilim” diyorsunuz. Yıllardır hakkınızda çok az şey bildiğimiz için ister istemez adınızın etrafında şehir efsaneleri üretiliyor. Gündelik hayatınızdan biraz bahseder misiniz? Neler yaptığınızdan, neleri sevdiğinizden… Hangi müzikleri dinlersiniz, nerelere gitmeyi seversiniz, bir gün içinde ne yaparsınız?

 

Bazı yaklaşımlardan ve adımın etrafında  zaman zaman oluşan şehir efsanelerinden duyduğum rahatsızlığı dile getirdiğim cümleler onlar.

Şarkıların yarattığı ruhani atmosfer, astral bedenle boşluklarda uçuştuğum izlenimi yaratıyor herhalde.

Oysa gitarı duvara asıp, odamın ışıklarını yaktığım anda delidolu bir adamım ben. İçki içmeyi, gülmeyi, geceleri uzun yolda araba kullanmayı, rock dinlemeyi severim. Klasik müzik, caz ve mevlevi müzikleri, alevi deyişleri dinlemeyi de severim. Çok kitap okurum, gürültülü tatillerden, kalabalık eğlence yerlerinden hoşlanmam.

 

Evrensel eşim dediğiniz Hansu İrem’le çok özel, insanın aşka olan umudunu tazeleyen bir tanışma hikayeniz olduğunu okumuştum, bize o tanışmadan söz edebilir misiniz?

Pek çok kez anlattım. Olağanüstü bir öyküdür. Rüyalarda buluşup hatırladık, birbirimizi tanımadan önce tanıştığımızı. Bütün zamanlar için benzersiz bir aşk hikayesidir… Ama sadece şarkılarda ve yüreği ötelerde atan insanların ruhlarında yaşıyor artık aşk. Üzerinde yaşayanların cehenneme çevirdiği bu dünyayı çoktan bırakıp gitti. Aşk dünyayı terketti.

 

Çok özel bir fan kulübünüz var, sayısının 100 bini geçtiği söyleniyor,  adı İrem Bağı. Bu kişilerle bağlantınız ve diyaloğunuz nedir ?

 

“Aşık Ruhlar” onlar. Aşkın anlamını, ruhlarını yitirmemiş güzel yürekli insanların fısıltı haberleşmeleriyle doğurup büyüttüğü bu gönül bağının dünyada başka bir örneği yoktur.

 

Doğan Şener’in yaptığı belgeselde en sevdiğiniz şarkınızın “Anlasana” olduğunu söylüyorsunuz. Bir rüyayla gelen bir hikayesi var o şarkının, bundan söz eder misiniz?

 

1974 yazında, Bursa’nın sayfiye yeri Burgaz’daki evimizde sabaha karşı bir rüya gördüm. Deniz kıyısında, “Kireç Ocağı” denilen kayalık bir bölgeye gitmemi fısıldadı bir ses. Söylendiği gibi, gitarımı da yanıma alarak, günün ağarmasına yakın, bisikletimle gittim oraya. Dalgalar, rüzgar, uçuşan kağıtlarım, muhteşem bir doğa vardı. Orada sabaha kadar Anlasana’yı yazdım. Anlasana maviliklerden geldi… Daha sonraki bütün bu sıradışı yolculuğun ilk habercisi gibiydi.

 

70’li yıllarınız bireysel aşk şarkıları yazdığınız yıllar olarak bilinir ama o dönemden bir “Kuklacı Amca” şarkınız vardır, o şarkının başına gelenlerden söz edebilir miyiz?

 

İçimde sonraki yıllarda patlayacak isyanın ilk kıpırdanışıydı “Kuklacı Amca.” Ama aşk şarkılarımla ortalık yıkılırken, o yıllarda daha hiç kimse hazır değildi içimdeki diğer İlhanlara. Çok korktu herkes.

1975… Bugün yaşanan korkulu karanlığın ülkede yüzünü ilk kez gösterdiği günlerdi. Bence çok nahif bir anlatım içinde tanrıyla söyleştiğim şarkının üzerine çullandılar. O zaman baskısı durdurulan şarkıyı yıllar sonra 2004 yılında tekrar yayınladım. 

 

17 yaşında okulunuzu bırakıp başka bir şehre gitmenize engel olmayacak kadar sizin kararlarınıza saygı gösteren bir aileniz mi vardı sahiden? Yoksa siz küçük yaşlardan beri başına buyruk bir çocuk muydunuz?

 

Başına buyruk sözcüğü hafif kalır. Başedilmez bir çocuktum. Sonsuz bir özgürlük tutkusuyla, düşle gerçeği içiçe yaşayan masal kahramanı gibiydim. Kararlarıma saygı duymaları ve bana olan güvenleri, kendine güvenen, dirençli bir insan olmamı sağladı.

 

Anlasana’dan başka askerlik dönüşü şarkılarınızdan Olanlar Olmuş’u da müzik yolculuğunuzda bir milat kabul ediyorsunuz. Başka böyle köşe taşı kabul ettiğiniz şarkılarınız var mıdır?

 

Hepsi, yerçekiminden tamamen kurtulacağım bir yüksekliğe doğru durmaksızın tırmanan bir yolun rampaları.

Özellikle Anlasana’dan başlayarak, bu yola koyduğum her taş benim için mücevher değerindedir.

 

Neden hiç İlhan İrem cover’ı duymuyoruz? Şarkılarınızı başkalarının söylemesini tercih etmiyor musunuz?

 

Şarkılarım her şeyi ile bir bütün. Başka yorumlar değişik renkler yaratabilir belki, ama kapak görselinden sesimdeki en küçük tınıya kadar bir anlam bütünlüğü içeren bu şarkılar, ruhunun çok derinlerinde hissetmeyenlerin söyleyemeyeceği kadar özeldir. Ayrıca bu cover ve tribute konularında sanattan uzak bir samimiyetsizlik hissediyorum.

 

Bugün imkan olsa 40 yıl önce bu yolculuğa adım atan 17 yaşındaki delikanlıya neler söylemek isterdiniz? Öğütleriniz olur muydu?

 

“Her şey şimdi başlıyor,”

Işık ve sevgiyle…

…………………….

 

Milliyet Gazetesi

Röp. Asu Maro

(15 Eylül 2013)

Editör: TE Bilisim