İşte Film Arası dergisi’nin Ekim sayısında yayımlanan röportajdan bazı bölümler; 


TÜRK İNSANI ADALET ARAYIŞINDAN VAZGEÇMEDİ.  DİNDAR DA, MİLLİYETÇİ DE, SOSYALİST DE ADALET ARIYOR!

Bizim sosyalist olmamızın ya da milliyetçi, dindar olmamızın da gerekçeleri aşağı yukarı aynı yerden besleniyor. Orası neresi? Orası hak, eşitlik, adalet kavramları. Türk insanı bunlardan kaçamıyor, bundan vazgeçmiyor. Bundan vazgeçmeyince haktan, adaletten, alın terinden, eşitlikten yana olması gerektiğinde o anda neye yakınsa onun adı buysa bu, diyor. Dindar bir ideolojiye sahip insana bakarsanız bu düşüncelerini bir ideoloji haline getirmişse gerekçeleri bunlardır. Milliyetçi birisine bakarsanız yine eşitlik, alın teri, vatanperverlik gibi kavramlardır. Sosyalist birisi de genel olarak haktan, adaletten, eşit bölüşümden yanadır. Türk insanının Dadaloğlu’ndan, Köroğlu’ndan hatta çok daha öncelerinden beri vazgeçemediği temel var oluş biçiminden, adalet kavramından hareket edişinden kaynaklanıyor. Altında aradığı şey adalet. İnsanı onurlandıran şey adaletli olmaktır. Adaletten ayrıldığınız zaman insanlıktan ayrılırsınız.

ARABLARINKİ BAHAR DEĞİL, CEHENNEM!

Problem olan devlet algısı demek bana çok kolay geliyor. Problem olan devleti yöneten mekanizmada o algıyı yönetenlerde. Yönetim ideolojisinde. Tabi ki yasaların eşitlikçi, özgürlükçü bir şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Bu baskıcı anlayış sadece bizde değil, dünyada da var olan bir şey. Dünyadaki haklar ve özgürlükler meselesinin giderek daha da tartışılan, açılan bir noktaya gittiğini düşünüyorum. Bana göre dünya global bir despotluğa doğru gidiyor. Global bir monarşiye doğru gidiyor. Bugün dünyayı global bir monarşi yönetiyor meselâ. Maalesef hiç de özgürlükler dünyasına gidiş yok. Ben Arap Baharı’nın cehennem olduğunu düşünüyorum. Bu cehennem daha bitmedi, bu kadar değil.

MUSTAFA KUTLU İLE AYNI ÇAĞDA YAŞAMAK BÜYÜK ŞANS

Mustafa Kutlu gençliğimden bu yana okuduğum, takip ettiğim, tanıdığım bir isim. Mustafa Kutlu ile aynı çağda yaşamak, aynı şehirde yaşamak, aynı havayı soluyor olmak bana göre hep şanstır. Mustafa Kutlu duyarlılığının olduğu dönemde yaşıyor olmak, güzel bir algı, çok hoş bir paylaşım. Kaldı ki ben onun hikâyelerinden film yapıyorum. Çok keyif verici bir şey. Çok önemli benim için. O yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum.

KILIÇ GÜNÜ’NDE İKİYÜZLÜLÜĞÜN KURBANI OLDUM

Kılıç Günü, Musa ile Firavun metaforu taşıyan bir hikâye idi. Ama maalesef o yüzeysel eleştiriler, yüzeysel bakış, toplumun bütün kesimlerine o kadar çok sinmiş ki, o hafta birinci bölüm yayınlandığında Aile  Koruma Dernekleri, Alperen Ocakları ve kaosgl grubu tarafından lanetlendik. Bunlar hiçbir zaman bir araya gelmezler. Yüzeysel  algının yarattığı bir körlük var. Bu ikiyüzlülük. Yüzeysellik, ahlâki zaaf getirir. Samimiyetsizlik getirir. İşin korkulan tarafı da budur aslında.

ALLAH, EN BÜYÜK HİKÂYE ANLATICISI

Shakespeare dünya kültür mirasının en büyük kurucularından. Hikâye anlatıcılarından birisi. Kolay olunmuyor büyük bir hikâye anlatıcısı. Kur’an’da varolan şeyi Shakespeare’de buluyoruz. Çünkü en büyük hikâye anlatıcısı Cenab-ı Allah. En büyük drama kurucusu, kader kurucusu Cenab-ı Allah. Bütün kutsal kitaplarda, sadece Kur’an-ı Kerim’de değil, Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de aslında hikâye anlatır. Drama kurucuları, üniversitelerdeki drama bölümleri, Allah niye hikâye anlatıyor sorusunu hiç kendilerine soruyorlar mı? Bunun üzerine bir tane tez bulabilir misiniz? Bunun üzerine bir tane değil, bin bir tane tez yazılması lâzım. İşte o zaman doğru hikâyeler anlatabiliriz. O zaman insanın içinde kaybolduğu o kaotik ya da şeytani hikâyeler yerine umut veren, daha doğru algılayan, her türlü zorluğa rağmen, itilip kakılmaya ya da her türlü adaletsizliğe, her türlü imkânsızlıklara rağmen, doğru bir yere gitme motivasyonunu insan nasıl edinecek bunu anlarız.

YILMAZ GÜNEY’İ BÜYÜK YAPAN İDEOLOJİSİ DEĞİL

İdeolojik giydirme her zaman yama durmuştur. Bu Yılmaz Güney’de de yama durmuştur. Yılmaz Güney’i büyük yapan şey ideolojisi değildir. Onun yerlilik algısıdır. Çok iyi bir yerli kültür yansıtıcısıdır. Deli Yürek’i bu kadar çok benimseten ve bir kuşağı etkileyen tarafı da bu yerliliktir. İnsanımızı buradan giderek her alanda bilimde, siyasette, ticarette v.s. motive edici doğru modeller çıkarmanın yolu da yine  yerlilikten beslenen bir ruhla olabilir.

UZUN HİKÂYE, DOSDOĞRU BİR ADAMIN HİKÂYESİ

Uzun Hikâye biraz buralardan geçen dosdoğru bir adamın hikâyesidir. Bir portre, kişisel bir hikâyedir. 1940’lı yıllarda Bulgaristan’daki bir takım zorlamalar içinden kaçarak dedesiyle Türkiye’ye kaçmış ama annesi babası orada kalmış. Çok küçük yaşlarda dedesini de kaybedip yapayalnız kalmış. Kitapçının yanında işe girmiş, daktilo öğrenmiş. Orada hayatı okumuş. Kendini yetiştiriyor ve bir yazar haline geliyor. Başından her şey geçmesine rağmen umutlu bir adamın hikâyesi. Çok önemli bir baba – oğul hikâyesi. Çok önemli bir aşk hikâyesi. Hiç unutulmayacak, zamanı hiç geçmeyecek bir aşk hikâyesi. Çok duygulu bir masal.

 
KENAN İMİRZALIOĞLU ÇOK BÜYÜK BİR STAR

Kenan İmirzalıoğlu için yeni bir oyunculuk modeli. Çok gurur duyduğum biri. Duam çok daha yukarılara çıkabilmesi. Çünkü potansiyeli olan bir arkadaşımız. Çok büyük bir star. Aynı zamanda büyük bir oyuncu. Oyunculuk kariyerinde Uzun Hikâye ile zirvesini yaptı diyebilirim. Durduğu anda, baktığı anda, her şeyiyle. Çok ince, müthiş şaşırtıcı bir oyunculuğu var. 

Editör: TE Bilisim