Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yeni anayasa yazılım sürecinde başkanlık sisteminin tartışılabileceği yönündeki tartışmalardan 28 Şubat operasyonlarına kadar bazı konularda önemli açıklamalar yaptı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TRT Haber'de "Başkanlık Sistemi" ile ilgili açıklamalarda bulundu. Yeni anayasa çalışmalarına değinen Arınç, demokratik rejimlerde başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistemin mümkün olduğunu belirterek, Türkiye'de şöyle bir sistem daha iyi olabilir diyenlere imkan sağlamak gerektiğini kaydetti. Arınç, "Başkanlık sistemi tartışmaları Türkiye'de kişilere indirgenenen bir tartışma oluyor. Recep Tayyip Erdoğan güçlü bir lider, 9.5 yıldır başarı, karizma ve hakimiyet sağlıyor. Tartışmalar onun üzerinden yürüyor. Halbuki kişiler üzerinden tartışılmasa muhalefet de başkanlık sistemini kabul edebilir. Muhalefet, eyvah yarın bir de başkan olur Erdoğan, ne yaparız diye bakıyor olaya" diye konuştu.

BAŞKANLIK SİSTEMİ TARTIŞMALARI

Arınç, yeni anayasa yazılım sürecinde başkanlık sisteminin tartışılabileceğine ilişkin, “Ben konuya çok yalın bakıyorum. Demokratik rejimlerde başkanlık sistemi de olur, yarı başkanlık sistemi de olur, bizde olduğu gibi parlamenter demokratik sistem de olur veya başka bir sistem de olabilir. Demokrasi içerisinde ülkeler daha iyi nasıl yönetilebilir diye sorulduğunda bazı anayasalar farklı sistemler önermiş olabilirler. Dolayısıyla Türkiye'de bu sistemlerden bugüne kadar geldiğimiz şekliyle, 'aslında şöyle bir sistem daha iyi olabilir' diyenlere de imkan vermek lazım. Onları da anlayışla karşılamak lazım ve bu konuyu belki anayasal çerçevede daha iyi bir yönetim, yönetişim seviyesinde tartışmak lazım.

Meclis Başkanlığı yapmış ve parlamenter sistemi daha uygun gördüğünü söylemiş bir insan olarak, bu tartışmalara peşin, önyargıyla yaklaşmıyorum. Başkanlık sistemini de konuşabilmeliyiz, Fransa örneğinde daha çok zikredilen yarı başkanlık sistemini de konuşabilmeliyiz” dedi.


28 ŞUBAT OPERASYONU

Arınç, 28 Şubat Soruşturmasına ilişkin bu sabah başlatılan 4. dalga operasyon kapsamında “Demek ki soruşturma devam ediyor. Bir an evvel iddianame varsa iddianamenin ortaya çıkması veya eğer takipsizliğe bağlanacaksa bir takipsizlik kararının bir an önce sonuçlandırılmasını ben şahsen bir hukukçu olarak da bir siyasetçi olarak da arzu ederim. Önemli bir konu. Yeni gözaltılar olacaksa soruşturma bir an evvel bitmeli diye düşünürüm. Yargı sürecidir. Soruşturma biterse arkasından kovuşturma safhası başlar. Bir an evvel bu yargılamalardan sonuç alınabilir.

28 Şubat üzerinde durulması gereken, seçilmiş bir hükümete karşı bir askeri darbenin bizzat yaşandığı bir olayın bugün, bütün açıklığıyla ortaya çıkması lazım. Bu konunun bizzat mağdurlarından biri olarak, o günkü hükümette payı olan bir siyasetçi olarak, bir milletvekili, kendisi ve ailesiyle birlikte mağdur olmuş bir insan olarak o sürecin Türkiye'de bir ibret vesikası olarak yargı tarafından hesabının sorulması beni ancak mutlu eder” ifadelerini kullandı.

OKULLARDA SÜT DAĞITIMI SONRASI YAŞANAN RAHATSIZLIKLAR

Arınç, süt dağıtımı sonrasında yaşananlara ilişkin, “Daha birkaç gün önce Silvan Barajı'nın temel atma törenine giden 4 bakanın geçeceği yola, bomba döşeyen bir örgütün 7 milyon 600 bin öğrenciye sağlıklı kalması için süt dağıtmasından hoşnut olmasını beklemek aptallıktır” diye konuştu.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, okullarda süt dağıtımı sonrası yaşananlara ilişkin, özellikle belli bir bölgede, belli bir örgütün propagandasına dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, “PKK denilen örgüt, Türkiye'de devletin, vatandaşına ve öğrencisine karşı bu türlü jestler yapmasını arzu etmiyor. Daha birkaç gün önce Silvan Barajı'nın temel atma törenine giden 4 bakanın geçeceği yola bomba döşeyen bir örgütün, 7 milyon 600 bin öğrenciye sağlıklı kalması için süt dağıtılmasından hoşnut olmasını beklemek aptallıktır” dedi.

Öğrencilere süt dağıtımı sonrasında yaşanan olaylara ilişkin soru üzerine Arınç, süt dağıtımının güzel bir törenle başladığını, 7 ilde bazı yerlerde kusma, ishal, baş dönmesi ve mide ağrısı gibi sıkıntıların olduğunun konuşulduğunu, kendisinin de Bakanlar Kurulu sonrasında bilgi verdiğini anlattı.

Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle konuştu:

“İnsaflı olmamız lazım. Olayı küçümsemiyoruz. Bir öğrencimizin, bir güzel yavrumuzun bile rahatsızlanması, Allah saklasın, daha ağır sonuçlar, bir rahatsızlık görmesi hiç hoşumuza gitmez. Kendi çocuğumuza bakarak bunu söyleyelim. Olayı hafife almış değiliz. Ancak iki şeye dikkat etmemiz lazım. 7 milyon 600 bin öğrenciye süt dağıtıldı. Bu muhteşem bir iştir. Bunu yapan başka kurumlar da var. İzmir Belediyesi'nden bahsediyorlar. Orada da belediye başkanı günde şu kadar bin öğrenciye süt dağıtıyormuş. Alkışlanacak, takdir edilecek bir davranış. Ancak biz bunu büyük bir ölçekte başlattık. 7 milyon 600 binden bahsediyorum. Bunun on binde birinde bu şekilde, kusma, ishal, şu veya bu şeklinde bir arıza görüldüyse hemen ilgilenmemiz, sonuçlarını tahlil etmemiz, bize yüklenebilecek bir kusur varsa, bunun karşılığında süt dağıtım veya üretim şirketlerine yüklenecek bir suç varsa, onlardan bunun hesabını sorarak müdahale etmeliyiz. Yapacağımız budur.”

“Eleştirilerin başımızın üstünde yeri var”

Bülent Arınç, bir kısım çevrelerin, 7 milyon 600 bin öğrenciyi zehirledikleri yönündeki iddialarının insafsızlık olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

“Özellikle belli bir bölgede, belli bir örgütün propagandasına dikkat etmemiz lazım. PKK denilen örgüt, Türkiye'de devletin, vatandaşına ve öğrencisine karşı bu türlü jestler yapmasını arzu etmiyor. Çünkü devletle halkın arasını açabilmek için her zaman sıkıntı doğuracak işler olmalı ki onun propagandası yapılabilsin. Mesela hükümetimiz o bölgede bir yere havaalanı yapmak istiyor. Havaalanı demek ulaşım, ulaşım da ekonomik kalkınma demektir. Sabotaj yapıyor, iş makinalarını yakıyor. 'İstenmiyoruz' diye bağırıyor. Daha birkaç gün önce Silvan Barajı'nın temel atma törenine giden 4 bakanın geçeceği yola bomba döşeyen bir örgütün, 7 milyon 600 bin öğrenciye sağlıklı kalması için süt dağıtılmasından hoşnut olmasını beklemek aptallıktır. Dolayısıyla örgütün propagandalarındaki asıl amaca dikkat etmemiz lazım. Bunun dışında da 'Hükümet başarılı bir iş yapıyor, neresinden bunu vursak da o iş sonuçsuz kalsa' diyen propagandaya da dikkat etmek lazım. Ancak büyük çoğunluk samimi olarak 'Çocuklarımız zarar görmesin, bayatlamış, günü geçmiş, kalitesiz süt dağıtılıyorsa daha dikkatli olun' eleştirilerinin başımızın üstünde taşırız.”

“Zehirlenme belirtisi yok”

Arınç, “Bu konuda yaptığımız bütün inceleme ve tıbbi tahliller, zehirlenme belirtisi olmadığını gösterdi” diyerek, şöyle devam etti:

“Bir kısmı psikolojik, bir kısmı da çocuklarda belki süte karşı bir alerjinin veya biraz fazla tüketilmiş olmasının veya ilk defa tüketilmiş olmasından kaynaklanan sıkıntıdan bahsediliyor. Mesela bugünlerde bu daha azaltılmış. Hatta bakanlığımız bu konuda o kadar hassas ki bazı çocuklarda süte karşı bir alerji varsa onun yerine yoğurt, ayran verelim ama yeter ki içerisinde kalsiyum olan gıdadan çocuklarımız mahrum kalmasın diye düşünüyorlar. İdeolojik propagandaların esiri olmadan, meseleye vicdani açıdan yaklaştığımızda hükümetin ne sorumluluğu varsa bunu rahatlıkla karşılarız ama 7 milyon 600 bin öğrencinin bu hakkından mahrum olmaması lazım. Demek ki daha düzenli ve dikkatli olacağız, birilerinin çığırtkanlığına prim vermeyeceğiz.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Hükümet olarak bize düşen, yıpranma hakkının yeniden konulması ise, biz bu konu üzerindeki çalışmamızı hemen hemen sonuçlandırmış durumdayız” dedi.

Basın mensuplarının yıpranma paylarına ilişkin soru üzerine Arınç, yıpranma payının, başka meslek dallarıyla birlikte yeni SGK Kanunu'nda, daha önce de var olduğunu ama yeni Sosyal Güvenlik Kanunu çıkarken 2008'de, hem Türkiye'nin geldiği nokta, hem de dünyadaki bu mesleklerin yıpratıcı olmaktan adeta çıkmış kabul edilmesiyle Türkiye'de de kapsam dışına çıkarıldığını belirtti.

O günden bu yana basın çalışanlarının “yıpranma hakkımızı tekrar istiyoruz” dediğini ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu istenebilir, bu demokratik bir hak ve buna yerine göre hak vermemiz de mümkün. En son Sayın Başbakanımız, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nde, Başbakanlık'taki Basın Bürosu'nu ziyaret ettiğinde, gazeteci arkadaşlarımız kendilerine bundan bahsetmişti. O da bize görev verdi, 'Bu konu üzerinde çalışın, yapabileceğimiz bir şey varsa bunu gerçekleştirelim' diye. Biz konu üzerindeki çalışmalarımızı aslında tamamladık. Ancak tek başına, basında çalışanların yıpranma hakkını kazanması konusu, diğer branşlarla veya meslek dallarıyla birlikte olacaksa, buna ayrıca karar vermemiz lazım. Bir de tabii basında asıl mesele, sadece yıpranma hakkı değil, basın çalışanlarının iş garantileri de yok, sendikalaşma imkanları da yok.”

Sorumlu olduğu Anadolu Ajansı'nda iki sendikanın bulunduğunu hatırlatan Arınç, “Ama başka basın kurumlarında sendika bile yok. Dolayısıyla bir sendika var ki sadece bizde toplu sözleşme yapabiliyor. Bu kadar basın kuruluşları var, onlarda sendika anlamında veya toplu sözleşme anlamında yetki sahibi başka bir kurum yok. TRT'de de şüphesiz kamu çalışanları adına yetkisi elinde olan sendikalar da var. Ama SGK kapsamında, basın iş kolunda sadece Anadolu Ajansı'nda yetki sahibi olan sendikadan bahsedebiliriz” diye konuştu.

“Çalışmamızı sonuçlandırmış durumdayız”


Basın sektöründe çalışıp aylarca maaşını alamayan, kapının önüne konulabilen, hiçbir garantisi olmadan sabahtan gece yarısına kadar çalışanların bulunduğunu ve bu çalışanların sendikalaşma veya toplu sözleşme yapma imkanlarının da bulunmadığını dile getiren Arınç, şunları kaydetti:

“Bunlara kapsamlı olarak dikkat etmemiz gerekir. Yani basın patronlarının, kendi medyaları içerisinde böyle hakları vermeleri veya bunları zorlayıcı bir takım tedbirler de getirmemiz lazım. Basın çalışanlarının bırakın yıpranmalarını, ay sonunda hak ettikleri ücreti alabilmeleri konusunda belki yaptırımlar uygulamamız lazım. Çünkü öyle zengin patronlar var ki, milyar dolarları anında bulup büyük ihalelere girebiliyorlar ama kendi gazetelerinde çalışanların 8 aylık birikmiş haklarını vermiyorlar. Çocuk sahibi olmuş, evinin kirasını ödeyememiş, hatta evine haciz gelmiş pek çok çalışanın olduğunu biliyoruz. Bu sorunların da öncelikle çözülmesi lazım. Ama serbest piyasa ekonomisinde devletin bu alana müdahale edip 'sen de şöyle yap' demesi ne kadar uygunsa, çalışanların da haklarını isteme noktasında patronlarına karşı biraz direnç göstermeleri lazım. Bize düşen, hükümet olarak, yıpranma hakkının yeniden konulması ise biz bu konu üzerindeki çalışmamızı hemen hemen sonuçlandırmış durumdayız.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 28 Şubat soruşturmasına ilişkin, “Bence soruşturma sonucunu bekleyelim. Ancak bu soruşturmanın çok fazla uzamasının kamuoyunda vicdanlara olumlu etki yapmayacağını düşünüyorum. Bir an evvel bu soruşturmayla ilgili ne varsa süratle yapılsın ve iş daha çok belirgin hale gelsin” dedi.

Arınç, TRT Haber'de yayınlanan “Özel Gündem” programında gündeme ilişkin soruları cevapladı.

“28 Şubat'a ilişkin geniş kapsamlı bir soruşturma yapılacak şeklindeki değerlendirme” üzerine de Arınç, şunları kaydetti:

“Bugünden itibaren başlarsa işimiz çok zor. Ancak savcılar geçmişten bu yana bu olayla ilgili bir inceleme yaptılar şimdi bunun soruşturma safhasına başlanmışsa o zaman işimiz kolay diye düşünebiliriz. Yani 'ben bu akşam düşündüm, bu sabah bu işe başlayayım' diye herhalde soruşturma safhasına geçilmemiştir. 28 Şubat bilinmeyen, faili meçhul değil ki, 28 Şubat'tan kast ederken bundan 15 yıl öncesinden bahsediyoruz. Her şey çok taze. Bütün hatıralar, her gün konuşulan hatıralar. Bunun belgeselleri de yapıldı. Olayın canlı tanıkları da halen konuşulabilecek durumdalar. Sayın Demirel konuşmuyor belki ama Demirel'in dışında o süreci yaşayan herkes, bir tarafında bu işin neler olduğunu rahatlıkla anlatabilir. Mesela bir rektör, bir profesör YÖK'te ne yaşandığını rahatlıkla bize söyleyebilir. Medyanın içerisinde bu darbeye teşvik eden ve alkış tutanların kimler olduğunu bugün kendi içinden de rahatlıkla konuşabilirler, o gün parlamentoda olanlar ve en azından DYP ve Refah Partisi kanadında olanlar kendi partilerinin nelere maruz kaldığını çok iyi bilebilirler. MGK'da bulunan herkes, MGK toplantılarında ne konuşulmuştu, askerin tavrı ne olmuştu, Demirel'in tavrı ne olmuştu, 18 madde imzalanmış mı, imzalanmamış mıydı, bunun parlamentodaki görüşmelerinde kimler neler söylemişti... Bütün bunlar daha mürekkebi kurumamış şekilde duruyor. Dolayısıyla eğer ben bir cumhuriyet savcısı olsaydım, bu konuları bir araştırma ihtiyacı duyacaksam, mutlaka okur, notlarımı alır ve suç vasfını tayin ederek bir soruşturmaya başlardım. Eminim, bu savcılar da aynı şeyi yapmışlardır.”

Arınç, 28 Şubat soruşturmasına ilişkin bugünkü gözaltı kararlarında muvazzaf askerlerin de olduğunun hatırlatılması üzerine de, “Olabilir. Diğer davalarda da var. 'Balyoz'da da var, 'Kafes'te de var. Diğer davalarda da var. Sayısını tam olarak bilmiyorum ama 100'den fazla muvazzaf askerin o davalardan tutuklu olduğunu hepimiz biliyoruz. Belki 200'den fazla da emeklinin... Çok ilginç değil bu. 'Muvazzaf askerler de bulunuyor' derken, o gün binbaşı ise bugünkü rütbesi de budur. Herhangi bir soruşturmaya tabi olmadan bugüne kadar gelmişse de terfilerini normal olarak yapmıştır. Bence soruşturma sonucunu bekleyelim. Ancak bu soruşturmanın çok fazla uzamasının kamuoyunda vicdanlara olumlu etki yapmayacağını düşünüyorum. Bir an evvel bu soruşturmayla ilgili ne varsa süratle yapılsın ve iş daha çok belirgin hale gelsin.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, tiyatroların özelleştirilmesi konusunda, “Bence sağlıklı bir tartışma. 'Biz daha özgür olmak istiyoruz' dediler ve hükümet de anlayışla karşıladı 'Daha fazla özgürlük ancak özelleşmeyle mümkün olur' dedi. İşimizi bitirdiğimizde düğmeye basarız” dedi.

TRT Haber'de yayınlanan “Özel Gündem” programına katılan Arınç, tiyatroların özelleştirilmesine yönelik bir soru üzerine, Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları'nda bildiği kadarıyla 1500 kişinin çalıştığını, bunların içinde sanatçılar, aktörler, aktrislerin de bulunduğunu, teknik anlamda çalışanların da olduğunu belirterek, 50'den fazla sahnede hizmet verildiğini kaydetti.

Başbakan Yardımcısı Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Son zamanlarda bir tartışma var ama bence sağlıklı bir tartışma. 'Özgürlük alanımız kısıtlanıyor, yönetim bize müdahale ediyor, özel alanlarımıza karışıyorlar' diye sokaklara çıktılar, itirazlar ettiler, şarkılar söylediler. 'Biz daha özgür olmak istiyoruz' dediler ve hükümet de anlayışla karşıladı 'Daha fazla özgürlük ancak özelleşmeyle mümkün olur' dedi. Özlük haklarına zarar getirmeme suretiyle özelleştirme düşünüyoruz. Bunun için çağdaş, batı ülkelerindeki örnekler de dikkate alınacak. Bugüne kadarki çalışmaları, aldıkları ücretler, kıdemler, bütün bunlar dikkate alınacak, bir kuruş bile geriye gitmemek üzere ve mevcut sahneler belki de özelleştirme sonrası bu özel tiyatrolara devredilecek, buralarda istedikleri repertuvar ve içerikle daha özgür alanlarda sanat yapmaları temin edilecek.”

“Onlar, bunun sırrını biliyorlar”

Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yenilenmesi sırasında da benzer tartışmalar yaşandığının hatırlatılması üzerine Arınç, o alanlarda kötü sabıkalarının bulunmadığını belirterek, hem Ak Parti iktidarında hem de Başbakan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, sanata ve sanatçıya verilen değerin en üst noktada görülebileceğini söyledi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle konuştu:

“Taksim'deki AKM yıkılır mı yıkılmaz mı? Bunun üzerine belki günlerce bağırdılar, çağırdılar. Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu ne olacak? Bağırdılar, çağırdılar. Hiçbirisinde bir santim geriye gitmek olmadığı gibi en güzel projelerde sanata ve sanatçıya verilen maddi ve manevi desteklerle bugünlere kadar gelindi ama siz işveren durumunda olan hem devletin hem de belediyelerin, 'Bize hiçbir şekilde müdahale etmesinler, biz ne istersek versinler, bize karışmasınlar.' Böyle bir yönetim anlayışı dünyanın hiçbir yerinde yok. Verdiğimiz kadarının onda, yirmide birini bile alamıyoruz. 52 tane sahne yapmışız, ama seyirci sayısını topladığımızda en büyük şehirlerde bile 10 bin 20 binden bahsediyoruz. İstanbul gibi 14 milyonluk bir şehirde toplasanız bunun yüzde biri bile yok. Bugünkü yönetim anlayışıyla tiyatrolara seyirci çekmenin veya tiyatroları halka açmanın da başarılı bir yönetim olmadığı görüldü. Dolayısıyla sanatçılar, kendi sahnelerini kendileri yönetirlerse halkla daha kolay buluşabilirler. Aslolan budur. Eserlerinizi oynadığınız zaman, sizi seyredecek bir kitle bulmanız lazım. Onlar bunun sırrını biliyorlardır. Daha çok halkla ilişki kurarlar, halkın daha çok arzu ettiği sahnelenecek eserler bulabilirler, repertuvarlarını onlara göre düzenlerler. Bu konuda yapacağımız çalışma iki tanedir. Bunlardan birincisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve onun bürokratları, uzmanları 'Nasıl özgür ve özel bir tiyatroculuk olabilir' bunun örneklerine bakacak ve işin mali boyutuyla Maliye Bakanlığı ve diğer bakanlıklar ilgilenecek. Çalışanların maddi anlamda hiçbir zarar görmemesi ve bu sahnelerin olduğu gibi özelleştirilmek suretiyle halka daha çok açılabilir. Bunun yolunun bulunması lazım. İşimizi bitirdiğimizde düğmeye basarız.”

"Türkiye, en geç bu yılın sonuna yeni anayasaya kavuşacak”


Türkiye'nin planlamaya göre, en geç bu yılın sonuna kadar yeni anayasasına kavuşacağını belirten Arınç, “2012 yılı sonuna gelindiğinde, bu anayasanın Meclis'te kabul ediliyor olması lazım” dedi.

Arınç, Nisan ayı sonu itibarıyla halkın görüşleri, düşünceleri, sivil toplum kuruluşlarının yeni anayasadan beklentilerinin tartışıldığını, internet sitesine yüklendiğini, yazılı olanların alındığını, TBMM Başkanı ve arkadaşlarının 10'a yakın ilde büyük toplantılar yaptıklarını anlatarak, bu toplantıların sonuçlarının metinlere aktarıldığını hatırlattı.

Bu aşamadan sonra bir iskelet, çatı oluşturulacağını belirten Arınç, serbest düşünce ile görüşlerin açıklanmaya ve metnin yazılmasına başlanacağını söyledi.

Arınç, “Ekim ayı, yeni yasama dönemidir. Ekim ayından sonra yasama faaliyetleri mecliste başlar diye ümit ediyorum” dedi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, “Yeni anayasanın TBMM'den geçmeme ihtimali olup olmadığının” sorulması üzerine şöyle konuştu:

“Onu aklımıza bile getirmek istemiyoruz ama ihtimal derseniz yüzlerce ihtimal olabilir. İyi niyetle başlandı, her parti içinde iyi niyet var diye görüyorum. Genel başkanlar da komite üyeleri de 'Bunu başaracağız' diye yola çıktılar. Bize düşen, onlara destek olmaktır, onların iyi niyet ve gayretini ödüllendirmektir, onların işini kolaylaştırmaktır. Bu aşamada bize herhalde fazla bir iş düşmüyor. Çok iyi bir ekiple çalışıyorlar. Aklından başka şey geçiren olabilir, herhangi bir siyasi gelişmeyle bu iş, şu veya bu mecraya dönebilir. Bunları düşünmek bile istemiyoruz. Artık Türkiye darbeler anayasasından kurtulmalı, yeni, çağdaş, özgür, daha demokratik sivil bir anayasayı yapmak ve başarmak durumunda.”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, seçimleri kaybeden eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'e tavsiyesinin ilk tatilini uzunca bir süre olmak üzere Ermenistan'da yapması olduğunu belirterek, “Belki onlara karşı vefa borcunu da ödemiş olur” dedi.

Arınç, TRT Haber'de yayınlanan “Özel Gündem” programında gündeme ilişkin soruları cevapladı.

Avrupa'daki seçimleri nasıl değerlendirdiği ve bu seçimlerin Türkiye'ye etkisi konusundaki görüşü sorulan Arınç, Avrupa'daki bugünkü seçimleri ve daha öncesinde siyasal anlamdaki depremi iyi görmek için ekonomik krize bakmak gerektiğini ifade etti.

Arınç, son 3-4 yıldır global ekonomik krizin en çok Avrupa'da siyaseti etkilediğini belirterek, Avrupa ülkelerinin en az 5 veya 6'sında hükümetlerin değiştiğini söyledi.

Eurozone Bölgesi'nde daha çok ekonomik krizi hem tetikleyen, hem de iflasa yaklaşmış olan ülkelerin sorunlarıyla uğraşan bölgelerde halkın isyan ettiğini, bu isyanın cezasını hükümetlerin çektiğini ifade eden Arınç, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İzlanda, İrlanda ve İngiltere'de hükümetlerin değiştiğini, büyük sarsıntıların yaşandığını, bunun tek sebebinin ekonomik çöküşün olduğunu kaydetti.

Arınç, halkın, geriye gidişi, ücretlerin kesintiye uğramasını ve günlük yaşamdaki sıkıntıları siyasetçilerden hesap sorarak karşıladığını anlattı.

“Fransa'daki seçimlerin, ekonomik krizle ve Nicolas Sarkozy'nin başkan olarak görevini yapmış olmasıyla ilgisi var” diyen Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Halkın, Sarkozy'nin politikalarına ve şahsından kaynaklanan birtakım sıkıntılara artık teslim olmadığı görülüyor. 52'ye 48 belki yüksek bir oy oranı değil ama 4 puanlık fark, Fransa seçimleri için bence çok önemli. Çünkü Sarkozy sadece seçim kazanabilmek için iki kozunu kullanmaya devam etti. Biri, Türkiye düşmanlığı. Bu genelde yabancı düşmanlığının bir örneğidir ama aynı zamanda Avrupa Birliği konusunda Türkiye'nin önündeki en büyük engel olarak Sarkozy kendisini ortaya koymuştu. Bununla halktan, seçmenden daha çok destek göreceğine inanıyordu. Hatta bu işin içerisinde o kadar ileri gitti ki Ermeniler'in oyunu alabilmek için bildiğiniz gibi anayasaya tamamen aykırı bir kanunu, meclisten zorla geçirtti. Ancak Fransa Parlamentosu'nda hukuk sever milletvekili ve senatörlerin itirazıyla, Anayasa Konseyi'ne itiraz oldu ve Anayasa Konseyi de oy birliğiyle 'soykırım yoktur' diyebilecek kişilerin şu kadar avro para ve hapis cezası almasını öngören kanunu iptal etti. Bu tabii büyük bir puan kaybı oldu. 'Ben nasıl ikinci dönem başkan olabilirim' bunun hesabını yaparken, kendisi veya danışmanları 'Şöyle yapsanız iyi olur' demişlerdi ama samimi ve sahici olmadığını Fransa halkı gördü ve onu cezalandırdı.”

"Tavsiyem ilk tatilini Ermenistan'da yapması”


Bülent Arınç, Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı François Hollande'ın “Aynı yasayı tekrar getirebiliriz” şeklinde açıklama yaptığının hatırlatılması üzerine, şunları söyledi:

“Olabilir ama konu Sarkozy'dir. Yani Sarkozy'nin karşısında kim olsaydı ve güçlü olsaydı, mutlaka bu seçimi kazanırdı. Çünkü onun yüzünde birkaç maske olduğunu Fransız halkı kabul etti. Sadece seçim kazanmak, sadece isminin kabul görmesi veya sadece siyasette etkin olabilmek adına her gün yüzüne maskeler takan bir şahsı, Fransız halkı herhalde tekrar ödüllendirmedi. Sayın başbakanımız da ifade ettiler, çünkü seçim öncesi tekrar bir atak yaparken, 'seçimi kazanamazsam siyaseti terk ederim veya tatile çıkarım şeklinde söz sarf etmişti' demişti. Artık bunu gerçekleştirmesi lazım. Benim de tavsiyem ilk tatilini uzunca bir süre olmak üzere Ermenistan'da yapması. Belki onlara karşı vefa borcunu da ödemiş olur.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kıbrıs görüşmeleri hakkında “Son görüşmelerde de biz, mesafe alınabileceğini umuyorduk, ama Kıbrıs Rum tarafının uzlaşılmaz, konuşulmaz, paylaşılmaz, sert ve katı tutumu maalesef devam ediyor” dedi.

Ermenistan'daki seçimlerin hatırlatılması üzerine Arınç, Ermenistan'ın dışa kapalı bir ülke olduğunu ifade ederek, çok büyük ekonomik sıkıntılarının bulunduğunu belirtti.

“Diasporanın güdümünde bir Ermenistan'ın bundan farklı bir sonuç bulması mümkün değil” diyen Arınç, Ermenistan'ın tamamen içine kapanmış bir ülke olduğunu ve farklı bir atılım yapmasının çok zor olduğunu dile getirdi.

Arınç, şöyle devam etti:

“Böyle giderlerse Ermenistan'ın bu sıkıntılarından kurtulması mümkün değil. Türkiye ile sorunlarını çözmesi lazım. Sözde soykırım iddialarından bir şekilde sarfı nazar etmesi ve gerçeklerle yüzleşmesi lazım. Sadece dışarının destekleriyle ayakta durması, uzun süre mümkün olmayacak gibi. Oradaki seçim sonucunu doğrusu çok dikkat çekici bulmuyorum.

Yunanistan'da farklı bir sonuç oldu. Çok küçük oy oranlarıyla pek çok parti parlamentoya girdi. En azından 3 parti birleşebilirse, görebildiğim kadarıyla koalisyon kurabilecekler. Ama birbirleriyle çok uzlaşabilecek bir tablo ortaya çıkmadı. Belki yeni bir seçim bekliyor Yunan halkını, belki de hiç olmayacak şekilde bir koalisyonla, zayıf bir koalisyonla yola devam edecek gibiler.”

Yunanistan'daki seçim sonuçlarının Kıbrıs Rum Kesimi'nde de eleştirildiğinin hatırlatılması ve Kıbrıs'taki görüşme sürecine ilişkin de Arınç, Kıbrıs'ta Hristofyas ile Eroğlu'nun, uzunca bir süredir BM'nin özel temsilcisinin gözetiminde Kıbrıs'ın birleştirilmesi, birleşik Kıbrıs hayalini gerçekleştirmek amacıyla görüştüğünü hatırlattı.

Arınç, “Türk tarafı her zaman olduğu gibi ki en büyük örneğimiz 2004'te yapılan Annan Planı'nı oylamasıdır. Türk tarafını tatmin etmemiş olmasına rağmen yüzde 65'lik büyük bir kesim 'evet' oyu kullanmıştı, ama yüzde 75'in üzerinde bir oyla Rum kesimi plana 'hayır' demişti. O günden bu yana Türk tarafı, yani birleşik Kıbrıs modelinin, iki taraflı, iki bölgeli, iki statülü veya bu statüleri birleştirecek bir formülü bulabilir miyiz diyerek bir fedakarlık yaptı. Son görüşmelerde de biz mesafe alınabileceğini umuyorduk, ama Kıbrıs Rum tarafının uzlaşılmaz, konuşulmaz, paylaşılmaz, sert ve katı tutumu maalesef devam ediyor. BM Genel Sekreteri'nin bu konuda yayımlayacağı ve taraflara ileteceği belki de kamuoyuyla paylaşacağı rapor bizim için önemlidir.

Biz bulunduğumuz yerdeyiz. Kuzeyde bir Kuzey Kıbrıs Türk Devleti var ve o çalışmalarına devam ediyor. Türkiye ile dayanışma içerisinde. Güneyde de bir Kıbrıs Rum Kesimi var. Ama işin çok garip bir tarafı 2004'ten bu yana da AB üyesi olmuş bir güneydeki Rum kesimi var. Bu paradoksu giderebilmek için iki tarafın liderleri görüşmeler yaptılar. 'Ama biz nasıl olsa AB'deyiz' diyerek ayak sürüyen bir Rum kesimiyle herhalde buluşmak, birleşmek mümkün olmadı.” (DHA, AA, Hürriyet)



Editör: TE Bilisim