Son zamanlarda popülerliği gittikçe artan kurgulaması en güç, yazımı en zor türlerden biri olan Polisiye roman türünün güçlü ismi Erdoğan Eyrik, son kitabı Ellipsis ile sevenlerini yeni bir maceraya sürüklüyor. Her sayfasında ayrı bir heyecan olan kitap, geçmişte yaşanan olayları da çarpıcı bir dille anlatıyor.

Kitabın konusuna gelince…

Ünlü Gazeteci Hüseyin Türkeli’ni öldürmek suçundan tutuklu bulunan Sedat Kara, cezaevinde geçirdiği beş yılın ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır. Artık özgürdür ama suikastın ardından toplumun nefretini kazanmış ve büyük bir kesim tarafından hala suçlu görünmesi özgürlüğünün önüne geçmiştir. Amacı kendini aklamak ve sevdiği meslek gazeteciliğe geri dönmektir.

Serra Yılmaz, severek evlenmiş olmasına ve toplumun çağdaş kesiminden sayılmasına rağmen kısa süren evliliği boyunca kocasının her türlü fiziksel ve ruhsal işkencesine katlanmak zorunda kalmış, resmi nikahlı eşinin defalarca tecavüzüne uğramış, sonunda her şeye bir son verip zor da olsa boşanarak kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan genç bir gazetecidir.

Geçmişin intikamını almaya çalışan acımasız bir seri katil ile mücadele etmek zorunda kalacak olan Sedat’ın suçsuzluğunu ispatlama mücadelesi, yolunu Serra ile kesiştirirken, her ikisi için de bu güne kadar görmedikleri bir kirli bir dünyanın kapısı aralanacak ve bir geçmişin intikamını almaya çalışan acımasız bir seri katil ile amansız bir mücadeleye girmek zorunda kalacaklardır.

Ellipsis’in itiraf değeri taşıyan, nefes kesen bir takip ve bir kaçış öyküsü okuyuculara unutulmaz bir deneyim yaşatacak.

Kitaptan bir bölüm :

Uzaklardan gelen ve sadece kendisinin duyabildiği anlamsız sesler kulaklarını tırmalarken, mecburiyetten iki eliyle tutuğu ılık bardağı ağzına götürdü. Görmek istemediği şeyler karşısında ara sıra gözlerini kapattığı gibi kulaklarını da kapamayı isterdi ama kafasının içinde her seferinde yeniymiş gibi başlayan, fakat aşinalığı çok eskilere dayanan, birbirinden karmaşık, birbirinden pespaye seslerin, benliğinin en ücra köşelerine kadar ulaşıp, yine en az kendisi kadar anlamsız düşüncelerine eşlik edeceğini ve asla son bulmayacağını biliyordu. Aklının terk edip gitmesinden korkarken, bunca zaman içinde duyduğu onlarca sesle baş etmeye çalışmış, uğultu yüzünden işitemediği kendi sesine sağır olmuş ve yabancılaşmıştı. Sahibinin gırtlağını yırtarcasına çıkan bağırış, yakarış ve yalvarışlar, her daim umutların söndüğü, nice masum hayatın ellerindeki tek varlıkları olarak kalan özgürlüklerini yitirdikleri mahkemelerin göze çarpmayan gri renkli silik duvarlarında can çekişerek kaybolurken derin bir nefes aldı ve işittiklerine aldırış etmemeye çalıştı. Tıpkı çayın ağzında bıraktığı pas tadına, bardağın üzerindeki farklı kişilere ait olduğunu düşündüğü onlarca parmak izine, bileklerini sıkan kelepçeye ya da en kötüsü, insanlar tarafından düşmanca tavırlar takınılıp, nefret ve kin dolu bakışlarla herkese ızdırap çektiren bir yaratık gibi görülmesine aldırış etmediği gibi. Zaten aldırış etmemeye de hemen hemen alışmış, onun için sıradan bir hâle gelmişti. Aksi hâlde, ne savunmasız bir durumda otururken başında dört jandarmanın beklemesine tahammül edebilirdi ne de en fazla ceza hangisiyse ona çarptırılması için gazetelerin dünyadan bihaber köşe yazarları tarafından hakkında yazılan zehir zemberek yazılara. Onlara göre suçu sabitti ve mahkemenin bir an önce kararını vermesi gerekiyordu. Belki de haklı oldukları tek konu buydu. Dört yıl sekiz ay boyunca, takribî on dokuz defa getirildiği mahkeme salonunda, sonu ne olursa olsun davasının bir karara bağlanması, biraz olsun huzura kavuşmasını sağlayabilirdi.

Editör: TE Bilisim