Kanal D ekranlarında yayınlanan “Hayat Mucizelere Gebe” dizisinde Esma karakterini canlandıran Işıl Yücesoy Magazinsortie.com Yayın Yönetmeni Olcay Ünal Sert'e konuştu. Usta sanatçı, “Hayatta her insana bir kez kuyruklu yıldız değermiş!” diyerek ilginç açıklamalar yaptı. 

                                                                                                                                                                                                                                                        Röportaj: OLCAY ÜNAL SERT

“ANNEANNEMİ OYNAMAK EĞLENCELİ”

-Yeni diziniz hayırlı uğurlu olsun Işıl hanım. Nasıl sürprizler bekliyor izleyiciyi?
-Güzel sürprizler bekliyor.  “Hayat Mucizelere Gebe” her an herşey olabilir.
-Nasıl bir rolü oynuyorsunuz?
-Ah Esma çok tatlı bir kadın! Çok seviyorum yeni karakterimi. Kızıyla çok fazla geçinemeyen, ama torununu tepesinde taşıyan bir anneanne.  Rol model olarak kendi anneannemi aldım.  İnsanların gözlemleri çok önemli biliyorsunuz, bende benim anneannem böyleydi,  mavi gözleriyle çok tatlı bir kadındı diyerek, başörtüsünü de aynı onun taktığı gibi taktım. “Hadi ordan, hadi ordan” derdi bize ama içi yumuşacık olan bir kadındı. Rol model olarak onu aldım ve onu oynuyorum.
"ESMA, ÇOK EĞLENCELİ BİR KARAKTER"
-Kızıyla geçinemeyen anne dediniz…
-O tarafı ayrı, o senaryo gereği dizinin kendi içinde olan birşey. Biliyorsunuz adatpe edilmiş biri dizi, yıllarca reytingler yapmış … bir dizi. Ben orjinalini hiç seyretmedim. O nefret ettiğim bir şeydir. Etkilenme olabilir çünkü. Etkilenme benim hiç arzu etmediğim bir şeydir. Yeniden çekilen bir proje olduğunda tiyatro olsun, sinema olsun hiçbir şekilde geçmişte yapılana bakmadım ve seyretmedim. Çünkü herkesin parmak izi ayrı olduğu gibi, herkesin oyun gücü, performans gücü, duygusu da ayrıdır. Burada Işıl Yüesoy’un yarattığı bir Esma seyredilecek. Tatlı  bir rol, çok tatlı bir komedisi olan bir rol.
-Dizide kimler var?
-Sevgili Hande Ataizi ve Damla Colbay ile harika bir üçlü oluşturduk. Diğer ekip arkadaşlarımlı çok fazla tanıma imkanım olmasa da henüz, Yiğit Dikmen, Yusuf Akgün, Erkan Sever, Burcu Binici gibi genç oyuncularla iyi bir ambians yakaladık. Dizininin sevileceğini umut ediyorum. Dilerim reyting canavarına tutulmadan hakkı olduğu yeri alır. 
-Esma sert bir karakter mi yoksa bu sefer eğlenceli mi?
-Çok eğlenceli, o sertliğinin altında ki komedisi var. Çok güzel bir karakter, söylemeyeyim seveceksiniz.  Bir takım şansızlıklar yaşamış, tutucu bir kadın. Dinine bağlı bir kadın. Hâlâ yatırlardan medet uman biri. Bir kuvvetin onlara yardım edeceğine inanan çok temiz yürekli bir kadın. Şu an Müslüman bir ülkedeyiz ve hepimizin bir tarafı belki de biraz öyle, çünkü kadının hayatı boyunca kabul edemeyeceği bir takım şansızlıkları kabul etmesine neden oluyor. Tatlı bir karakter, çok seviyorum.
-Daha önce bu tarz bir rol oynadınız mı?
-Yok halk ilk defa beni bu tarz bir rolde seyrediyor. Hiç oynamadım bir karakter, inşallah severler, inşallah alkışımız bol olur. Uzun soluklu bir dizi olacağına inanıyorum.
FATMA GİRİK’E  NİYET IŞIL YÜCESOY’A KISMET...
-Dizi öncesi, “Fatma Girik’e niyet, Işıl Yücesoy’a kısmet” diye haberler çıktı, okudunuz mu?
-Onu da okudum. Fatma hanım çok saygı duyduğum, çok sevdiğim bir sanatçı. Üstelikte Işıl Yücesoy olarak daha adım şanım olmazken hayran olduğum bir hanımefendi. Ve her rastladığımda da bunu kendisine söylerim. Bunlar kısmet işleri. Fatma hanımda oynasaydı çok ayrı bir tatta oynayabilirdi, onu alkışlardık bu defa. Ama kısmet bana geldi o da beni alkışlar inşallah. (gülüyor)
-Seyirci beğenir mi?
-Ben seveceklerine inanıyorum. Yaptığımız işin çok titiz olduğuna, çok özenildiğine inanıyorum. Biraz ukalalıkta yapayım, benim inanmam da önemli, çünkü yıllar oldu bu işte. Başladığımız işin tutup tumyacağının azıcıkta olsa kokusunu alabiliyoruz. Çünkü yıllarımızı verdik, ne iyi olur, ne iyi olmaz kestirebiliyoruz. Bunu senaryodan, rol arkadaşlarınızdan ve ekibin oluşturduğu sinerjiden de anlamak mümkün. Gördüğüm kadarıyla set şu anda bir nefes, bir kalp gibi hareket ediyor herşeyde! Bu çok önemli bir şey. Bu tatlılık, bu enerji de eminim seyirciye geçecektir.
“HAYATTA HER İNSANA BİR KEZ KUYRUKLU YILDIZ DEĞERMİŞ”
-Mucizelere inanır mısınız?
-İnanırım. Hayatta her insana bir kez kuyruklu yıldız değermiş. Kimi farketmezmiş kimi de bu şansı çalışarak yaptığı işe ve kendisine inanarak mucize haline getirirmiş.
 
"HALAM 'BU AİLENİN İÇİNDE EN ÇOK SENİ TİYATROCU OLARAK GÖRÜYORUM' DERDİ"
-1969 yılında Devlet Tiyatrosu’nda sanat hayatınıza başlamışsınız, daha öncesi yok değil mi?
-Yok hayır, öncesinde konservatuardaydım. Son derece sertmiş gibi gözüken, ama altında pamuk gibi
-Çocukken daha, ben şarkıcı olacağım, ya da tiyatro oyuncusu, dizi oyuncusu olacağım diyor muydunuz?
- Yok hayır, dizi falan yoktu o zamanlar zeten, böyle bir hayalide olamazdı insanların, aklıma da gelmezi. Ama ailenin içinde hep sanatçıların olması beni de bu alana itti. Halam Muazzez Kurtoğlu Devlet Sanatçısı’ydı, o yönlendirdi. Hatta ben konservatuara gidene kadar toplam 2 oyun ya gördüm, ya görmedim hayatımda. Halam birgün geldi ve “bu ailenin içinde en çok seni tiyatrocu olarak görüyorum, sen bu işi yapabilirsin disiplinin ve prensibinle” dedi. Hakikaten de yaptım, doğruyu söylemiş. Allah razı olsun, Allah rahmet eylesin.
“ÜÇ KURUŞLUK OPREA” İLE TİYATRO SAHNESİNE GERİ DÖNDÜM
-Kaç sene tiyatroda rol aldınız?
-1969’da başladım sanıyorum 1976’da ayrıldım. O devirlerde şarkı söyledim. Daha sonra 1989 yılında evlendikten sonra yeniden dönüş yaptım.  1989’da “Üç Kuruşluk Opera” ile tiyatro sahnesine yeniden geri döndüm. 1990 yılında kızım dünyaya geldi.

“YENİ JENERASYON DİZİ İLE KARİYER YAPTIKTAN SONRA TİYATROYA GEÇİYOR”
-Günümüzde tiyatroya ilgi azalıyor mu, yoksa tiyatrocular mı azalıyor? Yeni nesil yetişmiyor gibi…
-Kanunlar değiştikçe yetişen çocuklar biraz kayboluyor gibi ortada. Eskiden biz konservatuara girdikten sonra devletin sanatçısı olurduk. Şimdi bu imkanlar ortadan kalktı. Birtakım sınavlarla alıyorlar çocukları. O zamanda bir tek Ankara Devlet Tiyatrosu vardı, ondan sonra İzmir ve Bursa Devlet Tiyatrosu açıldı. Sanatçılar tayin ya da istekleri doğrultusunda oraya dağıldılar. Sonra İstanbul’da  açıldı. Şimdi neredeyse Türkiye’nin her yerinde devlet tiyatrosu var ve bütün buralara da sınavla alıyorlar. Çocukların kimi gidiyor, kimisi gitmiyor. Tiyatro demek tabi biraz açlık demek. Tiyatroyu seçtiğinde maddi yönden biraz ciddi sıkıntı demek. Hepimiz bu yollardan geçtik… Şimdi karı-koca ikisi birlikte çalışsa bile yine açlık sınırının altında para alıyorlar. Size örnekte verebilirim, 30-35 sene büyüklü, küçüklü rol oynamışım, başrol oynamışım, sonra emekli de olmuşum, benim aldığım emekli maaşı 2.100 TL. Bu para ile  hangi masraflarımı karşılayabilirim ki, bir de çocuk yetiştirdiğini düşün, kira ödediğini düşün ne kadar zor… Dolayısıyla tiyatroda yetişen kişi geçinebilmek için dizi dünyasına adım atmayı düşünüyor. Ya da onu yaparken tiyatro da yapıyor. Benim izlenimlerime göre ters döndü. Dizi ile şöhreti yakaladıktan sonra tiyatro oyununda sahneye çıkıyor yeni jenerasyon. Eskiden biz tiyatroda birşeyler yapalım, adımız çıksın, iyi tiyatrocu olalım, sonra bakalım hayatımıza diye düşünürdük. Onun getirdiği basamaklarla bir yerde duralım diyorduk. Şimdi bunun tam tersi oldu. Konservatuardan mezun oluyorlar ya da oyunculuk okulundan mezun oluyorlar geliyorlar diziler yapıyorlar, orada meşhur olup tiyatroya dönüyorlar. Bu da tam tersi oldu benim gördüğüm.
“DİZİDE OYNAMAK KUMA YAZI YAZMAK DEĞİLDİR!”
- Zihni Göktay yaptığımız bir söyleşide “Tiyatro ekmek parası, dizi köfte parası” demişti, doğru mudur?
-Ekonomik açıdan değerlendirdiyse doğrudur. Her yaptığım işte başarıyı ispatlamış birisi olarak diziler için ‘Kuma yazı yazmak, denize yazı yazmak’ gibi diye bakıyorlar dizi dünyasına, ben hiç öyle bakmıyorum. Ben her zaman yaptığım işin aslının bir tiyatro olduğunu, aynı ciddiyetle, efendilik içinde yapılması gerektiğini savunuyorum. Ne fark var? Daha fazla para alıp, daha büyük kitlelere ulaşıyorsun. Demek ki daha çok ciddiye almak lazım. Bugün bir yığın vitrin dolusu ödül alın tiyatro grubundan, muayyen bir izleyici kitlesine hitap etmiş oluyorum.

“ŞÖHRETİ HAZMETMEK GEREKİYOR”
-Belli bir kesim tanıyor...
-Evet.  Anlayanına dedikleri bir laf var ya çok seviyorum o lafı.  Dizi dünyasında aynı enstrümanı  kullanıyorsunuz, aynı yeteneğinizi, aynı yüzünüzü kullanıyorsunuz ama daha geniş kitlelere ulaşıyorsunuz.   Daha geniş kitlelere ulaşıp, daha çok para kazanıyorsunuz, başarı şöhreti de beraberinde getiriyor zaten. Hâ o şöhrette başa bela bir şey! İnsanın onu yemek gibi, algılaması ve hazmetmesi gerekiyor. Hazmedemeyip kusanları da çok görüyorum. Hazmedip kusmayanları da baştacı ediyorum.
-Yeni şöhret olanlar 20 tane kamera çekince bir anda değişebiliyorlar, genç oyunculara neler öneriyorsunuz?
-Ne önereyim; onlar da tökezleye tökezleye, düşe kalka öğrenecekler. Ve onlarda birgün yaşlanacaklar.  Ve birgün sizin gibi bir muhabir geçecek karşılarına, bu soruları soracak. Onlar da gençleri eleştirecekler. Bu bir kısır döngüdür ve gelir geçer.

“AJDA MUHTEŞEM BİR KADIN!”
-Ajda hanım ile aynı dönemsiniz hemen hemen, nasıl buluyorsunuz formunu?
-O bir yaş büyüktür benden. Ajda muhteşem bir kadın. Benim her zaman saygı duyduğum, hürmet ettiğim bir kadındır. Formundan falan değil, o da çok ciddi bir ödün! Bence bu da bir tarz meselesi. Bu bir arz talep meselesi. Bir insan kendini nereye koyuyorsa; o sadece Ajda Pekkan olmak için uğraştı. Biz oyuncu olalım, anne olalım, torun özlemimiz olsun diye düşündük. Onunda mutlaka bu özlemleri vardır ama bu bir tercih meselesi.  O buralara gelmek için çok ödün verdi!  Hala konserler veriyor, o bir duayen, var olması yeterli. Allah hep sağlık, sıhhat versin. Ajda bir örnektir, ikondur.

"KARA PARA AŞK" BİTİNCE HÜZÜNLENDİM...
- ‘Kara Para Aşk’ bitince hüzünlendiniz mi?
- Evet, hüzünlendim. Çünkü o kadar tatlı çocuklarla beraber oldum ki, o kadar saygı, sevgi seli içinde yaşadım ki, gerçekten çok üzüldüm. Finalden önceki bölümde ben ölünce, bana da çiçekler, pastalarla güzel bir veda töreni yaptılar. Beni çok mutlu ettiler. Onlara, “çocuklar bu yaştan sonra bizim yalakalık yapma yaşımız değil, kulak çekme yaşımız, hep gözümle sizi takip edeceğim, hep başarılı olun, iyi olun, kötü bir şey yaparsanız tepenizdeyim!” dedim.
-Tuba Büyüküstün, Engin Akyürek ve sizin Arap hayranlarınız da çoğaldı o dizi ile.
-Fanatik bir fan sayısı var, Arap dünyası ayakta, arabalarla bizi görmeye geliyorlar…  Tuğba (Büyüküstün), çok saygılı, çok başarılı bir oyuncu. Bence bir firmadır o. Engin (Akyürek) de öyle pırlanta gibi bir çocuk. Emre (Kızılırmak) de dünya tatlısı. Hepsi çok tatlı çocuklar, Allah hepsine iyi yazılar yazsın.
"ALİ POYRAZOĞLU DER, HAKLI…"
-Tiyatro da Ali Poyrazoğlu salonları ful dolduruyor. Derya Baykal’a “Ben bu yaşta tiyatro yapıyorum, sen niye yapmıyorsun?” demişti...
-Der, haklıdır da.  Ömrünü bu işe vermiş bir insan, çok iyi bir tiyatro adamıdır. Önemli bir oyuncudur. Çok okuyan, kültürü olan, tiyatro üzerine düşünebilen, yazabilen bir insandır. Onlar da gidince biz ne olacağız, ben bilmiyorum. Allah, sağlıklar, sıhhatler versin. Doldurur… Ayrıca bir de özel tiyatro sahibi olmak, ayrı bir sorumlulukta yüklüyor insana. Bir kere baktığın onca oyuncu var, onların ekonomik durumunu ayakta tutmak zorundasın.  Turneler oluyor, zor ve zahmetli bir iş. O yüzden Ali Poyrazoğlu’nu çok taktir ediyorum.
"YA SENİNLE YA SENSİZ" İLK TÜRKÇE SÖZLÜ BESTE SÖYLEYENLERDEN BİRİYİM BEN...
-İlk tiyatro ile başladınız, ardından müzik hayatı oldu…
-Evet, müziğe dönüş yaptım; rahmetli Egemen Bostancı ile döndük.  Müzik sektörüne girince yaptığım plaklar bayağı tuttu. 7 tane Anadolu turnem var, o zamanlar Türk Hafif Müziği deniyordu. Aranjmanlarda köşe başlarından biri olduk, çünkü neden? O zamanlar yabancı sözlü müziklere Türkçe sözler yazılıyordu. İlk Türkçe sözlü beste söyleyenlerden biriyim ben “Ya Seninle Ya Sensiz” ile. Nazan Şoray da Barış Manço’nun “Hal hal” bestesini söylemiştir.   Ondan sonra nasıl yavaş yavaş Brezilya dizilerine alışmıştık, tüm Türkiye seyrediyordu, sonrasında yavaş yavaş dizi sektöründe kendi imalatımızı kendimiz ortaya koymaya başladık dizi piyasasında, bu da öyle oldu. O yabancı müzikleri yavaş yavaş bırakıp, kendi müzisyenlerimizin söz ve besteleri ortaya çıkmaya başladı. Bizde onlar üzerine yorumlar yapmaya başladık. Ve o da aldı başını gitti, şu an kimsenin aklına gelmez bir yabancı müzik üzerine Türkçe söz yazmak!
-Ajda Pekkan, Nilüfer, Gülden Karaböcek, Füsun Önal ilk aranjman söyleyen ünlülerden...
-Hepimiz söyledik. Onlar da tabi bizimle birlikte ilk söyleyenlerden. Ajda Pekkan ile aynı jenarasyonuzdur hemen hemen.
“ALLAH’A BİN ŞÜKÜR ÖLMEDEN ÖNCE BİR ŞARKIM KLASİK OLDU”
-“Ya Seninle Ya Sensiz” senelerde geçse unutulmuyor, klasik oldu.  Adeta sizinle özdeşleşti...
-Evet klasik oldu. Allah’a bin şükür, ölmeden önce bir şarkım klasik oldu. Yıllar geçse de unutulmuyor. Bundan daha güzel bir mutluluk olabilir mi… Selami Şahin’in bestesidir “Ya Seninle Ya Sensiz”, ilk zamanlar hiç tanışmadığım bir beyfendiydi, sonra en yakın dostum oldu, kezâ Ahmet Selçuk İlkan’da. O da sözlerini yazmıştı. Allah rahmet eylesin Fikret  Şenes’in tanıştırması ile bu şarkıyı realize ettik. İlk başlarda uzun süre plak şirketleri yapmak istemediler.  Ben onun üzerine inat edip kendi plak şirketimi kurdum. Orient Plak’tan çıkardım o plağı, Taksim’de bürom vardı o zamanlar. Norayr Demirci müzik direktörümdü. Biraz Avrupai çalışıyordum. İlk haftanın sonunda satış rakamlarım 100 binin üstüne çıktı. Ben aldığım her kuruş parayı, tekrar müzik sektörüne harcadım.
“VALLAHİ DE TORPİL İSTEMEDİM”
-Siz TRT’nin gedikli sanatçılarındandınız yanlış hatırlamıyorsam…
-Evet, o zamanlar da yazarlardı ‘Işıl Yücesoy’un arkasında kim var? Ailesi kim, babası kim?’ diye… (kahkahalarla gülüyor) Hep yazarlardı ama benimde çok uğraştığım bir şey değildi. Yazsa ne olacak, herkes kendini yazar aslında… (gülüyor) Ama haklıydılar tabi. 3 ayda bir çıkma şansımız vardı, bir tane TRT1’imiz vardı. İnsanlara 3 ayda bir sıra gelebiliyordu.  Ben her hafta sonu çıkıyordum, e ne yapayım… Vallahi de bir torpil  istemedim, billahi de bir torpil istemedim.
-İlk çalışmanız ‘Köye Geldi Bir Gelin’i kaç yılında yapmıştınız?
-O plağın ön kısmı ‘Çalamazsın Mutluluğu’ şarkısıydı. Bir Japon müziğiydi. Diğer yüzü ‘Köye Geldi Bir Gelin’.  İlk albüm patlama yapmadı, sonradan patladı. Onun hemen ardından Fikret Şenes ile ‘Bir Var Bir Yok’u yaptım. O şarkım Hey dergisinde liste başı girdi. Aylarca listelerde kaldı. Arkadan ‘Ne Var Ne Yok’ diye bir parça yaptım. ‘Ya Seninle Ya Sensiz’ bunlardan sonradır. Onların hepsi yabancı müziklerin üzerine. Sonra bütün bunları toparladım, onlardan 4-5 tanesini alarak kendi bestemi de katmak kaydıyla “Bir Evet Yeter”i yaptım.  Long Play’in ismi de ‘Bir Evet Yeter’ oldu. Sonra Allah rahmet eylesin Esin Engin’le birlikte çalıştığım bir plak daha çıkardım. Onun hakkını da Hakan Eren’e verdim.

27 ARALIK’TA NOSTALJİ GAZİNOSU’NDA!
-Yeni sürpriz bir albüm geliyor öyle ise…
-Hakan Eren ile şu an yeni bir proje üzerine çalışıyoruz. Çok yakında onun startını vereceğiz. Ayrıca Çağan Irmak için gerçekleştirilecek bir proje de ‘Anlamazdın’ adlı şarkıyı seslendireceğim.  27 Aralık Pazar günü Zorlu Center’de Hakan Eren’in organizasyonunda Asu Maralman, Gökben, Mine Koşan, Kartal Kaan,Seyyal Taner, Semiha Yankı, Neşe Karaböcek, Muazzez Abacı gibi isimlerin sahne aldığı ‘Zorlu Yeni Yıl Gazinosu’ programına katılacağım. Nostalji dolu bir gece yaşayacağız.
-Çok sayıda dizi ve sinema filminde oynadınız..
-Dizi sektörüne 2000 yılında ‘Üvey Baba’ ile başladım. 5 seneye yakın Hanım Ağa rolünü oynadım. Fanatik bir izleyici kitlesi oluştu. İlgi olunca uzun yıllar sürdü tabi. Sonra bir sene ara verip ‘Çemberimde Gül Oya’ sinema filminde oynadım. ‘Yer Gök Aşk’ yine çok büyük ilgi gördü…
"HÜMEYRA İLE İYİ ANLAŞTIK"
-Son sinema filminiz ‘Unutursam Fısılda’ şimdiden unutulmazlar arasına girdi. Çağan Irmak’ın sihirli dokunuşu mu yoksa yılların deneyimi mi?
-Tek el hiçbir zaman şaklamaz, sen dünyanın en yetenekli sanatçısı ol, ya  da dünyanın en yetenekli oyuncusu ol. Burada seni tamamlayan bir ayna yoksa, burada da düşündüğün şeyleri hayata geçirmeni sağlayan bir yönetmen ve oyuncu yoksa kaybolur gidersin… O sette sevgi, saygı, herşey vardı. Biz Hümeyra ile de çok anlaştık. O da çok önemli bir etken. İnsanın partneri ile anlaşması, göz göze gelebilmesi çok önemli. 9 günde çekmemiz gereken sahneleri Hümeyra ile biz 5 günde bitirdik! Herkes dehşete düştü, bu kadar çabuk nasıl bitirdiler diye.
-Birçok ödül aldınız bu arada…
-‘Unutursam Fısılda’ sinema filmi birçok ödül aldı, ben de naçizane (SİYAD) Sinema Yazarları Ödülü ile MGD Ödülü aldım. Ekipçe mutlu olduk tabi.
-Çağan Irmak’ın en önemli özelliği ne size göre?
-Gözlemi, sanatçıya çok değer vermesi, teknik ekibini elinin üstünde tutması ve kendini sanatın her dalında, müzikle, sinemayla, baleyle, operayla donatması. Eğer bir rejisör kendini donatmazsa, cebine altınlar, taşlar koymazsa, onları asla altına ya da platine çeviremez.
“HERŞEYİN ZAMANI OLDUĞUNA İNANIYORUM”
-Müziği bırakıp oyunculuğa geçtiğiniz için hiç pişmanlık duydunuz mu?
-Hayır, her şeyin bir zamanı olduğuna inanıyorum. Her şeyin bir başlangıcı gibi, onun da bir sonu var. Benim kendi duygularıma göre daha fazla yapılamazdı.
-Neden?
-Türkiye de şartlar çok değişmişti, gazinolar yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı, konserlerin yoksa, plak insanın hayatını idame ettirmesi için zor bir şey. Dolayısıyla doğru bir karar vererek tiyatroya döndüm. Ama şimdi yeniden zamanı yaklaşıyor yakında Hakan Eren’in hazırlayacağı sürpriz bir albüm ile sevenlerimle buluşacağız.
 
SAĞLIĞIM ÇOK ŞÜKÜR İYİ
-Sağlığınız nasıl?
-İyiyim, bomba gibiyim, hiçbir şeyim yok. Sağlığım çok şükür iyi.

“ANNEM  SEN HANIMAĞA GİBİ DOLAŞIYORSUN DİYOR”
-Sizin çok farklı, özel bir enerjiniz var, bunu hemen hissediyor insan.
-Sağol çok teşekkür ederim, öyle olduğunu söylüyor sağolsunlar birçok tanıdığım. Annem, “Sen Hanımağa rolüne iyice kaptırdın kendini, Hanımağa gibi dolaşıyorsun” diyor… (gülüyor) Birçok dostum ‘onun bir şey yapmasına gerek yok, gözleriyle söylüyor o” diyor, bunları duymak güzel bir şey.
-Muhteşem Yüzyıl’da Nebahat Çehre ’Hafsa Sultan’ rolü ile büyük beğeni topladı. Onun gibi güçlü bir kadını ya da Thatcher, Merkel, Çiller gibi lideri oynamak ister miydiniz?
-Çok isterdim o rolü oynamak ama Nebahat Çehre’ye kısmetmiş, o da çok güzel oynadı, rolünün hakkını verdi.
“ARABESK MÜZİĞİ SEVMEYEBİLİRSİN AMA İBRAHİM TATLISES GERÇEĞİNİ  REDDEDEMEZSİN…”
-Hülya Avşar ‘Safiye Sultan’ı  rolünde nasıl? Üstesinden geliyor mu?
-Üstesinden geldi tabi, niye gelmesin. O da yılların Hülya Avşar’ı. O role seçildiyse vardır bir nedeni. Ben şöyle düşünüyorum Sevgili Olcay; hiç kimsenin bir başkasını eleştirmeye hakkı olmadığını düşünüyorum. Beğenebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz, sevebilirsin sevmeyebilirsin ama eleştiremezsin. Bu bir arz ve talep meselesidir, bir sanatçı piyasaya çıkar, bunu bir takım insanlar kabul eder. Sen Arabesk müzik hiç dinlemezsin, ama İbrahim Tatlıses’i reddedemezsin! Eğer ki bir yerde bir ışıltı varsa, ona bakacaksın. O ışıltı durup dururken patlamaz. Bir sürü onun gibi var belki ama bir tane bir şey var ki o patlayıveriyor. Dikkat çeken birinde mutlaka bir şey vardır, bakacaksın ona!
“DİZİ BİTTİKTEN SONRA ÇOĞU BİTİYOR”
-Set aşklarına nasıl bakıyorsunuz?
-Dünyanın en rahatsız edici birşeyi. Biz yaşadık bunu, ben kendi adıma yaşadım. Onların aşklarına tabi ki saygı duyuyoruz. Ama gerçek midir, değil midir bilemiyoruz. Zaten dizi bittikten sonra çoğu bitiyor. Samimi dahi olsalar öyle bir iş ki yaptığınız iş, ciddi olmak lazım. Prensipli olmak lazım. O yaşanan aşkın bütün acısı, bütün kavgası, bütün göz yaşı, bütün mutluluğu sete intikal ediyor. Bu neye benziyor biliyor musun, evlisindir, bir iş yapıyorsundur, bütün işini evine getirmek gibi! Orada sinirlenirsin, burada da sinirlenirsin. Eşine çocuklarına yansıtırsa, o evde dirlik kalır mı?
-Kalmaz.
-Bu dizide de kalmaz! Ve kalmadı da zaten. Yani, ‘Yer Gök Aşk’ta; ben çok çile çektim. O dizi gitti ama Allah’la ben biliyorum. Kolay değil. Hiç hoş olmuyor…

“EMEĞİNİ VE YÜREĞİNİ VERECEKSİN”
-Gençlere neler söylemek istersiniz?
-Tırnağın kırılmadıkça, tırnağın köküne kadar toprağa batmadıkça, bu işte başarılısın denilemez.
-Dikenli yollardan geçmek mi gerekir?
-Dikenli yol çok sıradan kalır. Çok akıllıca düşünmekte yarar var.  Sen düşünmeyeceksen senin yerine düşünecek insanları bulmak zorundasın bu devirde. Tabi sen de ortada emeğini ve yüreğini vereceksin! Yüreğimi vereyim, para kazanayım ama emek vermeyeyim, yok böyle bir şey!  İki fotoğraf vereyim, iki adamla birlikte olup flört edeyim, bütün gün magazinlere çıkayım diye düşünürseler, seni çıkardığı gibi pat diye indiriverir bu halk. Ve örneklerini de çok gördük.
-Sanat hayatınızda rekabet yaşadığınız birisi oldu mu?
-Yok, çünkü kimse kimsenin yerini almaz ki. Herkesin yeri başkadır. Önemli olan bulunmuş olduğun yerde başarılı olmak! Bu puzzle gibidir.
-Sizi kıskananlar oldu mu?
-Onu bilemem bunu onlara soracaksın… (gülüyor)

Işıl Yücesoy, Magazinsortie.com Genel Yayın Yönetmeni Olcay Ünal Sert'in sorularını yanıtladı.

Röportaj: OLCAY ÜNAL SERT /
www.magazinsortie.com 
Editör: TE Bilisim