Adamın biri emekli olmuş.

Ona buna emir verme olanağını yitirmiş.

Ne karşısında saygıyla ayakta duranlar, ne bir yere girerken saygıyla ayağa kalkanlar…

Kimsenin artık önemsediği yokmuş emekliyi.

Adam bu ilgisizlik karşısında bunalmaya başlamış.

O tarihte Yenicami helaları önünde ihtiyacı olanlara parayla su satan ibrikçiler varmış.

Bizim emekli de orada kendine bir yer bulup, ibrikçiliğe başlamış.

Ancak ayrı ayrı renklere boyamış her ibriği; örneğin birini sarıya, ötekini maviye, üçüncüsünü kırmızıya…

Sıkışanlar hızlıca önüne gelip ibriklerden birine uzandılar mı, oturduğu yerden:
– Bırak onu sarıyı al, dermiş…

Sarıyı alan olursa:
– Bırak onu, maviyi al…

Böylece emir verme özlemini rahatlatırmış.

Eski İstanbullular bu hikâyeden kinaye, ona buna gereksiz yere kumanda etmeye kalkanlara “İbrikçi başılık ediyor”, derlerdi.

Küçük ve ezik yönetici profillerinde çok rastlanır bu duyguya.

Ellerine fırsat geçti mi, önemlerini kanıtlamak için yapmadıkları densizlik kalmaz.

Çevrenizde çok vardır böyle profillerden.

Alt kademelerde, üst kademelerde, her yerde.

Sanırım en geniş tutku, kişilik tutkusudur bizim toplumda.

Kişilik sahibi olmak, kişilik sahibi olduğunu göstermek, kişiliğini kanıtlamak; gerilmiş dudaklarda, sert bakışlarda, çatık kaşlarda yalazlanır durur…

Peki ama kişilik nedir?

Kimseyi umursamamak, başkalarına üstün ve korkutucu görünmek gibi katı davranışlar dizisi midir?

Genellikle böyle ilkel bir rolü benimsemekte aranmaktadır kişilik.

Oysa kişilik ancak yaratmakla mümkündür.

İyi ilişkiler yaratmak, iyi hizmetler yaratmak, önce kendine sonra etrafına saygınlık yaratmak…

Yaratıcı olmayanların kişiliği bir taklitten ibarettir.

Kimlerden korkuyor, kimlerin önünde eziliyorlarsa; onları taklit ederler.

Özellikle bürokraside çok açık görülür bu. Ve bir toplumda yaratıcılık ne kadar gerideyse, kişilik tafrası da o kadar yukarıdadır.

Hiçbir şey yaratmayan bir insan, neyin kişiliğini taşımaktadır içinde?

Yaratıcılığı burada çok geniş anlamda değerlendirmek gerek.

Çevresinde mutluluk yaratmaktan, bir kilim nakışı yaratmaya; bir yeni fizik formülü yaratmaktan, insanlarda bilinç yaratmaya; sanatı ve
doğayı yeniden içinde yaratmaya kadar; insana özgü bir beyin ve gönül
dinamizmi olarak, derin bir öz olarak görmek gerek burada yaratıcılığı…

Böyle bir çilesi, böyle bir endişesi, böyle bir yaşam ırmağı olmayanlar, kendi kuruluklarının odunluğunda höt hötçülükten medet
umarlar.

Ve daha olmazsa kenefe çevirdikleri hayatların önünde taharet suyu satarak ibrikçibaşılık ederler…