Aşk-ı Memnu ve Muhteşem Yüzyıl gibi dev yapımlardaki rolleriyle büyük hayranlık uyandıran ve stiliyle her daim konuşulan Çehre, derginin Yayın Yönetmeni Uğur Çokiçli'ye verdiği röportajda, soruların hepsini tüm samimiyetiyle ve cesurca cevapladı.
 
Aynı zamanda Unspokenın 1. Yıl özel sayısı için, stylingi Esra Erdem'e ve fotoğrafları ünlü fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut'a ait olan çok özel bir moda çekiminde yer aldı.
 
            Unspoken dergisinin Yayın Yönetmeni Uğur Çokiçli'nin yaptığı röportajda Uyurken Boxerla yatıyorum!  diyen Nebahat Çehre, 1999 depreminden sonra bütün saten geceliklerini dağıttığını ve ne olur ne olmaz diye Boxerla uyuduğunu itiraf ediyor. Evdeki halinin çok sade olduğunu ve alıştığımız salon kadını imajından oldukça uzak olduğunu da belirtiyor.
 
Yaptığı mesleğin ve medyanın yoğun ilgisinin gelip geçici olduğunu belirten Çehre, sözlerini Şöhrete sırtımı dayamam, bir gün ben de unutulacağım diyerek açıklıyor.  
 
            Aşk hayatı ile ilgili olarak da tüm samimiyeti ve açık sözlülüğü ile cevap vermekten kaçınmıyor.Benim aradığım vasıflarda birini bulmak çok zor! diyen Nebahat Çehre, nedenlerini; bekar olması gerekiyor, toplumda bir yeri olması, beni kaldırması ve benim onu kaldırmam gerekiyor diyerek sıralıyor...
 
Güçlü duruşunu bozmadığını ve gardını asla indirmediğini söyleyen ünlü oyuncu, duygusal anlarında yalnız kalmak istediğini ve kimseye duygusal çöküşlerini göstermediğini Kimse beni ağlarken görmedi, ailem bile diyerek itiraf ediyor. Deşarj olmak istediğinde arabasına binip ağladığını ve bunun kendisini daha iyi hissetmek için yaptığı bir alışkanlık olduğunu açıklıyor Unspoken Mage.
 
Kendisini yalnız hissedip hissetmediği sorulduğunda; yalnızlık hissetmiyorum diyerek cevap veren Çehre, sözlerine Karşıma beni heyecanlandıracak kimse çıkmadı diyerek devam ediyor
 
Aşk-ı Memnu dizisindeki Firdevs Yöreoğlu karakteriyle birlikte kendisiyle özdeşleşen salon kadını imajını Türkiyede kendisinin yarattığını belirten ünlü oyuncu, Salon kadınını ben yarattım diyerek iddiasını ortaya koyuyor!
 
Gençlik ve güzellik üzerine sorulan sorulara karşılık Çehre, beni yaşıma göre değerlendirin, 20li yaşlarında, hiç deforme olmamış bir kadın olarak bakmayın diyor ve sözlerini Yıllara ve yer çekimine karşı koyamıyorum! diyerek açıklıyor 
 
Yeşilçam dönemindeki şartları, günümüz şartlarıyla kıyaslayan stil ikonu, Sokaklarda, gazeteler üzerinde yemek yerdik diyor ve günümüz oyuncularının şimdiki standartlar için teşekkür etmesi gerektiğini söylüyor.
 
Hayatta her şeyin kendisine gümüş bir tepsiyle sunulduğunu söyleyen Nebahat Çehre, buna rağmen her şeyini kaybetse bile mutsuz olmayacağını En tepeden en dibe inebilirim sözleriyle anlatıyor.
 
 
 
Unspoken Magin 1. Yıl özel sayısı için Mehmet Turgutun objektifinin karşısına geçip bir moda çekimi gerçekleştiren Çehre, modaya olan tutkusunu 5 kuruş kazanmadım, hep giyime yatırdım diyerek açıklıyor. Haziran Gecesi dizisinde Özcan Deniz'in annesini oynadığı karakterin yaratım sürecinde, karakterin en doğru şekilde sunulması için son kuruşuna kadar kıyafet aldığını, yetmediği yerde arkadaşlarından ödünç aldığını belirterek, işine duyduğu saygıyı belirtiyor.
 
Kameralar önündeki ve özel hayatındaki güçlü duruşunun bazen kendisini yorduğunu ve kimseden bir şey isteyemediğini samimiyetle açıklıyor. Kendi ayaklarım üzerinde durmaya kendimi şartladım! diyerek sözlerine devam eden ünlü oyuncu, bunun nedeninin yetiştirilme tarzı olduğunu belirtip, iki evliliğinde de bunun böyle olduğunu ve ailesinden hiç harçlık istemediğini de sözlerine ekliyor.
 
Hayatının kırılma noktasını; Yılmaz Güney ile yaptığı ilk evliliği olarak tanımlayan Çehre, o evlilikten sonra düştüğü ekonomik sıkıntının kendisini çok güçlendirdiği belirtiyor.
 
Hayatındaki en tutkulu dönemlerinin aşık olduğu dönemler olduğunu söyleyen güzel oyuncu, Aşka aşık bir kadınım diyor ve şu an hayatının dinginlik içerisinde geçtiğini sözlerine ekliyor.
 
Muhteşem Yüzyıldan sonra 6 aylık bir dinlenme sürecine giren Nebahat Çehreyi, çekimlerine Ocak ayında Burak Özçivit ile başlayacakları 41 adlı dizide, geleceği gören mistik bir kadın olarak izleyebileceğiz.

İşte o röportaj :
O’nun gençliği ve güzelliği sadece fiziken değil, beyninde ve kalbinde de aynı zamanda… Tanıyabileceğiniz en mütevazı insanlardan biri. Çekim ve röportaj için buluşmadan önce, aklımda biraz Firdevs hanım, biraz da Valide Sultan vardı. Kendisiyle özdeşleşmiş bu iki karakterden hem çok uzak, hem de çok yakın bir kadın tanıdım.  Kontrolcü ama ne yaptığını çok iyi bilen biri Nebahat Çehre. Senelerdir gelen duruşunu da, kolay kolay teslim olamamasına borçlu zaten. Keşkeleri, mutlulukları, pişmanlıkları, yeni projeleri, aşka bakışı ve düşünceleri üzerine uzun uzun sohbet ettik. Mehmet Turgut da bu röportajı, Unspoken için ölümsüzleştirdi ve yıllar sonra bile konuşulacak fotoğraflara imza attı…

Röportaj: Uğur Çokiçli
Fotoğraflar: Mehmet Turgut
Styling: Esra Erdem



UYURKEN BOXER’LA YATIYORUM!

Uğur Çokiçli: Topuklu ayakkabılar çıkınca, makyaj silinince, dört duvar arasındaki Nebahat Çehre nasıl birisi?
Nebahat Çehre: Dört duvar arasındaki Nebahat Çehre’yi tanısanız şaşarsınız! Sıradan bir hayatım var. Genelde zamanımı yalnız geçiririm ve dinlenmeye çok vakit ayırırım. Hatta bazen kızıyorum kendime; Ev hayatını bu kadar sevdiğim için. Daha fazla dışarıya çıkmak lazım. Depremden sonra boxer giymeye başladım! O şık gecelikler filan hepsi dağıtıldı. Ne kadar koton, salaş şey varsa ne olur, ne olmaz diye çıktılar ortaya. Alt katımda oturanları rahatsız etmemek için havlu terlik giyiyorum. Yani beni görseniz biraz şaşarsınız! Ancak sokağa çıkarsam veya bir çalışma olursa makyaj yapıyorum. Yoksa çok hafif bir makyaj yaparak ve saçımı toplayarak günü geçiriyorum.

ŞÖHRETE SIRTIMI DAYAMAM!

U.Ç: Medyanın yoğun ilgisi ve sokaktaki muhabirler, özgürlüğünüz kısıtlanmış gibi hissettirmiyor mu?
N.Ç: Ben sokaktaki gazetecileri severim. Çok az bütçeli bir çalışmaları var ve çok eziyetli işleri var. Onun için onlara biraz malzeme vermek gerekiyor. Asla kafamı çevirip geçemiyorum yanlarından. Onun için onlara her zaman söylüyorum; Ne olur benim söylediğimin tersini yazmayın, yıllara dayanan bir Nebahat Çehre duruşu var,  ona saygılı olun. Hiç alakanız olmayan biriyle sizi kapıştırmaya çalışıyorlar. Gündem yaratıyorlar. Onun için bu tarz bir popülariteye ve şöhrete güvenmediğim için hayatımda sırtımı ona dayamam. Bugün yaşıyorum, yarın çekilebilirim. Unutulurum belki, bir Nebahat Çehre vardı, şunları yapmıştı derler. Ben de kendime başka bir hayat çizerim.

BİR GÜN BEN DE UNUTULACAĞIM!

U.Ç: Kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olmak zor mu?
N.Ç: Getirileri ve görütüleri çok. Güçlü bir kadın olduğun zaman kendini güçlü de hissediyorsun ama mecburen güçlü göstermek zorunda olup da iç dünyan zayıf ise, o çöküşlere sebep olur. Yaşadığımız dünyada güçlü olmak lazım. Hele ki bizim meslek, o kadar güvenilecek bir meslek değil. Popüler olmanın ve şöhret olmanın bir gün sonu var. Bir gün unutulacaksınız! Bir gün gelecek ve böyle bir isim vardı denecek. Ben bunu yaşadım zaten. 20 sene uzak kaldım. Kendi isteğimle herkesten uzaklaşmıştım. 110 sinema filminden sonra tabii ki bir Nebahat Çehre vardı insanların kafasında ama bugün sokaklarda çevirdikleri gibi çevirmiyorlardı beni. Bugünkü gibi fotoğraf çektirmek için yolumu kesmiyorlardı. Haziran Gecesi ve Aşk-ı Memnu ile birlikte her şey tersine döndü.

U.Ç: Kuyruğu her zaman dik tutmak yorucu olmuyor mu?
N.Ç: Kuyruğu dik tutmanın ve kuvvetli olmanın zorlukları var. Yani hep onu yaşamaya çalışıyorsunuz. Ama benim yaşamımın bir parçası o. Çocukluğumdan beri hayatımda hiç harçlık istememişimdir ben ailemden. Ben 15 yaşında Türkiye güzeli seçildiğim zaman, cebimdeki harçlık bir liraydı. Zaten bize o kadar harçlık verirlerdi. Ben o dönem Londra’ya müsabakaya giderken yaşım küçük diye durdurdular. 1960 yılındayız zaten, ihtilal dönemi. Sonrasında Vali özel çıkış izni verdi. 3 gün sonra gitmek zorunda kaldım. İzin çıkar çıkmaz öğlen 15.00 uçağıyla cebimde sadece 50 kuruş vardı ben Londra’ya giderken. Öyle alışmıştık hayata.

KENDİ AYAKLARIM ÜZERİNDE DURMAYA KENDİMİ ŞARTLADIM!

U.Ç: Zaten böyle yetişmiş birinin, kendi ayakları üzerinde duramaması imkansız, değil mi?
N.Ç: Evet, öyle. Kimseden bir şey isteyemem. Kendim halletmeye çalışırım her şeyi. 2 evliliğimde de böyle olmuştur. Bir şeye ihtiyacım olsa kimseden isteyemem. Dostlarım, her an her şeye koşabilirler ama ben bir gün bile bir şey isteyemedim. İsteyemiyorum. Onun için kendi ayaklarım üzerinde durmaya kendimi şartlamışım, öyle de gidiyor.

U.Ç: Ama en doğrusu bence…
N.Ç: Evet, doğrusu da var ama insan biraz da olsa sırtını dayayıp rahatlamak istiyor. Ben onu hiç bilmiyorum.

BENİM ARADIĞIM VASIFLARDA BİRİNİ BULMAK ÇOK ZOR!

U.Ç: Güçlü ama yalnız bir kadınsınız. Aşkı özlediğiniz anlar oluyor mu?
N.Ç: Çok uzun yıllar kimseyle olmadım. Duygusal bir bağ olmasa kimseyle yemek bile yemem. Bırakın duygusal bir bağı, arkadaş olarak bile hiçbir erkekle uzun yıllardır yemek bile yemedim. Bu benim seçimim değildi. Tamamen rastlayamamaktan kaynaklı. Şöyle bir gerçek var ki; Belirli bir yaşta, aynı hedefe bakması ve ondan mutluluk duyması, iki insanın aynı resimde mutlu olması zor. Çünkü bekar olması gerekiyor. Toplumda bir yeri olması gerekiyor. Beni kaldırması lazım, benim onu kaldırmam lazım. Benim aradığım vasıflarda birini bulmak çok zor.

KARŞIMA BENİ HEYECANLANDIRACAK KİMSE ÇIKMADI

U.Ç: Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?
N.Ç: Yalnızlık hissetmiyorum. Ancak ben baktığım an hissederim o kişiyi. Bunun yaşı da yok. Güzel bir arkadaşlık paylaşırsınız. Belki bir sergiye, bir sinemaya gidersiniz. Bir yerlerde bir şeyler içersiniz. Karşıma beni heyecanlandıracak kimse çıkmadı. Bundan sonra çıkmasa da ben böyle mutluyum.

U.Ç: Çok iyi bir oyuncu ve aynı zamanda çok büyük bir stil ikonu var karşımızda. Modaya nasıl bakıyorsunuz?
N.Ç: Ben müsabakadan sonra mankenlik yaptım zaten. Boyum 1.65, çok uzun değil belki ama o dönemlerin Türk standartlarına göre normal kalıyordu. Çok az uzun boylu kadın vardı. Fakat haute couture olduğu için, bir elbise en az 6-7 defa provayla yapılırdı. Çok zarif dönemlerdi çünkü hazır giyim yoktu. En ağır elbiseleri, en şık abiyeleri filan bana giydirirlerdi. İyi taşıdığımı düşünürlerdi. Ya iyi bir gözlemciyim ya da bu bende yaradılış olarak var. Biraz annemde de var. Ondan da almışım bu durumu. Onun da bir edası vardır.

ŞIK KADINI OYNAMAKTAN SIKILDIM!

U.Ç: Kesinlikle katılıyorum. mesela şu an üzerinizde bir boğazlı kazak ve deri bir etek var ama bu, herkeste böyle durmuyor…
N.Ç: Kendi vücudumu biliyorum, vücut dilimi biliyorum. Ne yakışacağını çok iyi biliyorum. O kadar bıktık ki çok şık giyinen kadınlardan. Ben çok şık giyinemiyorum. Bir bot giyiyorum, bir kazak giyiyorum, yırtık jean giyiyorum ve rahat etmek istiyorum. Çünkü hep şık kadını oynuyorum rollerimde. Her zaman o rolü oynayıp, o şekilde giyinmek, bir noktadan sonra sıkıyor. Ben bu tarzı seviyorum özel hayatımda.  Ben böyle giyinince Nebahat olabiliyorum.

U.Ç: Kırmızı halı görüntüleriniz her zaman çok konuşuluyor. Bir de öyle şık bir tarafınız var değil mi?
N.Ç: Tabii ki kırmızı halı için iş değişiyor. İnanılmaz saygım var kırmızı halıya. Erkek olsun, kadın olsun, onun hakkını vermesi lazım. Orada gerçekten şıklık olması lazım. Pırıl pırıl, tertemiz, boyalı şeyler lazım kırmızı halıya. Bizim sinema gecelerinde çoğu erkeğin üzerinde jean görüyorum. Bence bu biraz saygısızlık oluyor. Ben yürüyüş kıyafetini de çok güzel taşımaya çalışırım. Güzel eşofmanlar giyerim, gözlüğümü takarım, bir ruj sürerim, saçlarımı derli toplu yaparım ki beni o şık kadın rollerimde gören insanlar, sokaktaki yürüyüşümde de görüyor diye. Bunlara çok dikkat ediyorum. Bu tarzın bana daha çok yakıştığını düşünüyorum.

GÜZELLİĞİME, BU YAŞTAKİ BİR KADIN OLARAK BAKIN!

U.Ç: Yakıştığı sürece her şeyin mümkün olduğunu düşünüyorum ben de…
N.Ç: Bu yaşa geldi, bunları giyiyor desinler istemiyorum. Grilere, kahverengilere gömülmek istemiyorum. Yakıştığı ve komik olmadığı sürece her şeyi yapabilirim…

YILLARA VE YER ÇEKİMİNE KARŞI KOYAMIYORUM!

U.Ç: Bikinili görüntüleriniz bile gayet şık duruyordu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
N.Ç: Evet, yazın ben de bikinili yakalandım. İki tane güzellik müsabakası temsil etmiş olmama rağmen yılları ve yer çekimini önleyemiyorsunuz maalesef. Ben evimde aynanın karşısına geçtiğim zaman yarısı renk almış, yarısı renk almamış bir görüntüyü sevemiyorum. Mide ve karın kısmındaki beyazlığa tahammülüm yok. Evet, yer çekimine karşı koyamıyorum ben de. Fakat bana öyle bakın. Güzelliğime bu yaştaki bir kadın olarak bakın. 20’li yaşlarında, genç ve hiç deforme olmamış bir insan olarak bakmayın. Bu yaşa gelmiş ve bunu da taşıyabiliyor işte diye bakın.

GENÇ VE GÜZEL KALMAK İÇİN BİR MÜCADELE VERMİYORUM

U.Ç: Genç ve güzel kalmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
N.Ç: Onu hiç düşünmedim aslında. Ben her yaşımı yaşamayı istiyorum. Onun için de bir mücadele vermiyorum. Ama tabii zamanında bir estetik yaptırmıştım seneler önce. Fakat benim bir şanssızlığım var; Elastikiyeti olmayan, ince bir cilde sahibim. Onun için tutmuyor ve ikinci sene düşüyor. Teknoloji ve imkanlar yeterliyse, tabii ki insanlar hoş kalsın. Aynaya baktığı zaman kendisiyle barışık olsun. Bunlar güzel şeyler.

U.Ç: Spor yapıyor musunuz?
N.Ç: Jimnastik yapamadığım için üzülüyorum. Çünkü jimnastik salonları beni hasta ediyor havalandırmadan dolayı. Eskiden yürüyüş yapardım ama çalışma temposundan dolayı onu da yapamıyorum. Haftada bir günüm boş oluyor, o günü de manikür-pedikür gibi kişisel bakımıma harcıyorum. Onun için kendime bakamıyorum. Ben bugüne kadar cildime bakım yaptırmadım. Şimdi artık öyle şeyler yaptırmak istiyorum. Ben biraz o lüksü ve şıklığı yaşayamadım. Çünkü biz Yeşilçam döneminde sabahın saat 6’larında kalkıp sete gider, her işimizi kendimiz görürdük. Bu alışkanlık var bende. Şimdi ben sete de gitsem mutlaka makyajlı gidiyorum ve kendim yapıyorum bu makyajı.

SOKAKLARDA, GAZETELER ÜZERİNDE YEMEK YERDİK!

U.Ç: Bunu çok iyi biliyorum. Çekim öncesinde makyöz ve kuaför istememeniz çok şaşırtmıştı beni.
N.Ç: Tabii, ben Yeşilçam’da bu dönemin çok cefasını çeken bir jenerasyondan geliyorum. Ekonomik sıkıntılar yaşadık, teknoloji hiç yoktu, öyle bir rahatlık ve lüks yoktu. Bugün bu jenerasyonun teşekkür etmesi lazım ki müthiş bir rahatlık var. Makyajınız yapılıyor, saçınız yapılıyor, sizi giydiriyorlar falan… Biz gazetelerin üzerinde sokaklarda yemek yerdik. Sokakta çalışırken, sıradan bir evin kapısını çalıp müsaade eder misiniz, sizin evinizde giyinebilir miyiz dediğimiz dönemlerdi. Onun için bugünkü çalışma ile, o günkü çalışma mukayese kabul etmez.

U.Ç: Modaya dönersek eğer, son zamanlarda hep Elif Cığızoğlu ile çalışıyorsunuz. Takip ettiğiniz başka tasarımcılar var mı?
N.Ç: Dizilerde çok fazla tasarımcıyla çalıştım. Cığızoğlu’nun atılımını çok güzel buluyorum. Ve çok zevkli biri. Ama tabii ki yeni jenerasyonda takip ettiğim çok fazla modacı var. Ama kolay kolay teslim olamıyorum o konuda. Çünkü kendi bedenimi biliyorum. Neyin bana ne kadar yakışacağını, hangi sahnede neyin doğru olacağını biliyorum.

5 KURUŞ KAZANMADIM, HEP GİYİME YATIRDIM!

U.Ç: Dizilerde oynadığınız karakterler için de, büyük kıyafet yatırımları yapıyorsunuz zaten, değil mi?
N.Ç: Dediğim gibi, Yeşilçam’da 110 film ve sonrasındaki diziler, beni yetiştirdi artık. Haziran Gecesi’nde benden önce başka bir arkadaşla başlamışlar Özcan Deniz’in annesini oynaması için ama olmamış. Ben de Avrupa’daydım o sırada. Döndüğümde karakteri inceledim. Doktor, Hastanesi var zengin filan ama ben o kadını öyle bir hale getirdim ki… Bütün paramla, o sahnelerde kullanılması için kıyafetler aldım. O zamanlar yoktu sponsorum. Bütün o kıyafetleri kendi paramla aldım. 5 kuruş para kazanmadım, hep giyime yatırdım. Hatta eksik olan şeyleri arkadaşlarımdan aldım. Çünkü o kadın; Chanel de giyiyor, Prada da giyiyor, kürk de giyiyor. Bütün paramı bu eksikleri tamamlamak için yatırdım. Ama ne yaptım; Türkiye’de zengin sınıfına duruşuyla, sertliğiyle ama zarafetiyle bir kadın yarattım.

SALON KADININI BEN YARATTIM!

U.Ç: Türkiye’de salon kadını imajını gerçekten siz yarattınız bana kalırsa...
N.Ç: Evet, ben yarattım ve bundan çok mutluyum. Türkiye’ye bu gerekiyordu. Salon kadınının net bir şekilde çerçevesinin çizilmesi gerekiyordu. Ve benim AB izleyicim çok fazla. Onun için onlara çok güzel hitap etti. Tek dezavantajı; bana artık başka tip karakter sunmuyorlar.


U.Ç: Muhteşem Yüzyıl’da da oldukça farklı bir karakterdeydiniz aslında…
N.Ç: Ben Muhteşem Yüzyıl’da farklı bir karakterdeydim ama ayrıldım, çünkü mecburduk. Tarihte böyle bir sıralama vardı. Hatta bir sene uzatıldım bile. Fakat oturmuş karakterleri, sevilmiş karakterleri, tarih dizi bile olsa insanlar devamlı görmek istiyor.

U.Ç: Kariyerinize dizilerle mi devam etmeyi düşünüyorsunuz?
N.Ç: Hayatım boyunca bana çok fazla dizi teklifi gelmiştir. Ama ben bir 6 ay dinlenmek istemiştim Muhteşem Yüzyıl’dan sonra, Ocak ayına kadar. Ben dizi sektöründe salon kadını imajı üzerine bir yol açtığıma inanıyorum ve iyi ki o parayı da zamanında harcamışım. Diziden hiç kazanmadım ama öyle bir karakter çıkarttım ortaya.

İZLEYİCİ ZENGİNLİK VE ENTRİKA İSTİYOR. AŞK-I MEMNU İLE İZLEYİCİYE HER ŞEYİ VERDİK!

U.Ç: The Devil Wears Prada’nın Türk versiyonunda oynayacaktınız. Ne oldu o proje?
N.Ç: Hala duruyor o proje. Aşk-ı Memnu girdiği için devreye yapamadım maalesef. Prodüksiyon olarak çok büyük olması lazım. Biraz o zayıftı. Yoksa çok güzel bir projeydi. Oradaki hikaye de çok önemli tabii. Orada da çocuklarını ihmal eden, işkolik bir kadın vardı ama bir sürü insanın hikayeleri de giriyordu işin içine. Biz izleyicilere her şeyi verdik Aşk-ı Memnu ile. İzleyici o hareketi, o heyecanı, o aşkı, o entrikayı ve o zenginliği bulamıyorsa kaçıyor.

U.Ç: Yeni projenizden bahsetmek ister misiniz? Biraz mistik bir konusu olduğunu duydum.
N.Ç: Evet biraz mistik bir proje. Bugüne kadar yapılan bir şey değil.

U.Ç: Nasıl bir rolünüz olacak?
N.Ç: Dünyaya bazı insanlar özel gelmiştir. Dizinin ismi “41” olacak. 7 yaşındayken özel yeteneklerini fark eden bir karakter. Geçmişi, geleceği, her şeyi gören bir kadın. Şu an benimle birlikte Burak Özçivit kesinleşti.

U.Ç: Hiç görmediğimiz kadar değişik bir Nebahat Çehre göreceğiz o zaman…
N.Ç: Çok değişik olacak. Herkesin derin hikayeleri olacak tabii ama böyle mistik bir hikaye ilk olacak. Heyecanla bekliyoruz biz de izleyicinin reaksiyonunu.

KİMSE BENİ AĞLARKEN GÖRMEDİ, AİLEM BİLE!

U.Ç: Herkesin inişleri ve çıkışları vardır. Ruhsal olarak dibe vurdum dediğiniz bir an oldu mu?
N.Ç: Aşk-ı Memnu’yu çekerken, bir gece çok rahatsızlandım. Hayatımda tansiyon nedir bilmezken, inanılmaz yüksek bir tansiyonla uyandım. Hastaneye kaldırıldım. Doktor anjiyo yaptı ve sağ tarafta küçük bir damara stent takıldı. Sonradan doktor; çok iyisin, paraşüt bile yapabilirsin dedi. Daha sonrasında doktor, bana pil takılacağını ve onunla yaşayacağımı söyledi. Bunun çok etkisinde kaldım. Bir de, çok yoğun bir şekilde çalışıyordum o dönem. Bu yavaş yavaş benim moralimi bozmaya başladı farkında olmadan. Hızla zayıflıyor ve merhaba dedikleri zaman ağlamaya başlıyordum. Kaldı ki, o seneye kadar beni ağlarken kimse görmemiştir, ailem bile. Benim bir prensibim vardır; binerim arabama, ağlar ağlar deşarj olur, geri gelirim.

YANLIŞ BİR DOKTORUN VERDİĞİ İLAÇLAR YÜZÜNDEN HALÜSİLASYONLAR GÖRMEYE BAŞLAMIŞTIM!

U.Ç: Psikolojik bir yardım almayı düşünmediniz mi?
N.Ç: Bir psikiyatrise yönlendirdiler o dönem. Ve çok yanlış bir insana rastladım. Bana verdiği ilaçlar beni uyutmuyordu. 48 saatten fazla süredir uyumuyordum ve bir yandan Aşk-ı Memnu’yu çekiyorduk. Bir sahneyi bile boş bırakamazdım. Doktorun bana verdiği ilaçlardan dolayı halüsilasyonlar görmeye başladım. Artık uykusuz bir şekilde 3. güne girince, kendimle hesaplaşmaya karar verdim. Nebahat, ne oluyor sana dedim ve silkelendim. Başkasına konuşur gibi kendimle konuştum ve bütün ilaçları attım. Çok güzel beslendim 2 hafta boyunca ve hemen toparladım. Dibe vurduğum nokta sadece bu olmuştur.

U.Ç: Çok yanlış bir doktora rastlamışsınız…
N.Ç: Hem de nasıl! Asistanıyla konuşurken muayene ücretini yanımda nakit olarak getirmemi söylediler. Muayeneye gittiğimde uzun bir süre sebep belirtmeden beni beklettiler. Asistan kızlara neden beklediğimi sorduğumda, ödeme yapacaksınız öyle gireceksiniz doktorun yanına dediler. Böyle bir şey görülmüş mü? Anlamadım, sizin hastalarınız mı kaçıyor ödemeden dedim.

U.Ç: İlk defa böyle bir şey duyuyorum!
N.Ç: Bana doktorun ilk sorduğu şey; ailede deli var mı oldu! Hayır dedim. Uyuşturucu kullanıyor musunuz dedi! Artık tepkilenmeye başladım ve hayır dedim! Böyle bir hastalıktan dolayı moralimin bozulduğunu ve yardım almak istediğimi anlattım. Sonra bana o halüsilasyonlar gördüren, uykularımı kaçıran ilaçları verdi işte…

İKİ TANE PİŞMANLIĞIM VAR!

U.Ç: Devamını getiremediğiniz, yarım kalmış bir hayaliniz var mı? Belki bir keşkeniz…
N.Ç: İki tane keşkem var. Bir tanesi; Haldun Dormen, Hisseli Harikalar Kumpanyasını teklif ettiğinde yapamam demiştim. Demek ki o zamanlar özgüvenim yoktu. Bir tanesi de; Büklüm Büklüm, Sezen Aksu’nun şarkısı. Ben o şarkıyı söylediğimde 3 ay liste başı oldu. Halen de sevilir. O şarkıdan sonra çok teklifler geldi albüm yapmam için ve onları da reddettim. Şimdi bakınca; Keşke yapsaydım diyorum. Bunu geliştirmediğim ve yapmadığım için pişmanım.


U.Ç: Bugüne kadar en mutlu olduğunuz an’ı hatırlıyor musunuz?
N.Ç: Son dönemlerde yaşadığım bir olay beni çok mutlu etti. Koruncuk vakfının bir etkinliğinde küçücük bir çocuğun Valide Sultan diye bir sarılışı var bana, görmeniz gerekiyordu. Yüreğine sokarak sarılıyordu. Yeni neslin beni tanıması ve sevmesi, beni inanılmaz mutlu ediyor.

U.Ç: Unutamadığınız bir anınız var mı?
N.Ç: Seneler önce uçak ile Roma’ya gidiyorduk birkaç arkadaşımla, uçak durduruldu ve ben indirildim siviller tarafından. Neden iniyorum demeye kalmadan, gayet sert bir şekilde; İnin aşağı dediler! Müthiş bir korku yaşadım tabii. Meğerse; Yılmaz Güney ile evlilik dönemimde muhasebecimiz ödememiz gereken bir miktarı bildirmemiş ve onun için indirmişler. Ve sarılık geçirdim o anda. Sarılıktan dolayı yattım, seyahatim de kaldı. Unutamadığım böyle kötü bir anım var.

EN TEPEDEN EN DİBE İNEBİLİRİM!

U.Ç: Güçlü kadınlar hırslı kadınlar olarak algılanır. hırslı bir kadın mısınız?
N.Ç: Hiç! Hırs ve mücadele ile hiç tanışmadım. Her şeyi oluruna bırakan bir insanım. Her şey bana gümüş tepsinin üzerinde sunuluyor gibi. Emek veriyorum tabii ki ama hiçbir şeyin hırsını yapmadım. Ben en tepeden, en dibe inebilirim. Bu beni mutsuz etmez.

HİÇBİR ŞEY BENİ MUTSUZ EDEMEZ!

U.Ç: Bu çok güçlü bir karakter ister, ciddi bir olgunluk ister.
N.Ç: Galiba öyleyim çünkü hiçbir şey beni mutsuz etmiyor. Evliyken yalılarda yaşıyordum, çıktım normal bir hayata girdim, küçücük bir dairede yaşadım, çok da mutlu oldum.Hatta şimdi o küçük evi bile arar oluyorum bazen. Ben her yerde yaşayabilirim. Benim için ilişkiler ve insanlar önemli.

U.Ç: Maddiyat?
H.Ç: Hiç önemli değil! 89 model bir Honda’m vardı. Kardeşlerim dahil herkes dediler ki; Allah aşkına şu arabayı bırak artık! Alışveriş yaparken kullanıyorum, neden değiştireyim dedim ama zorla bana araba aldırdılar.

U.Ç: Firdevs hanım ve hemen arkasından Valide Sultan… Bu kadınlarla ortak noktanız neydi sizin?
N.Ç: İki karakterde de korumacı bir anne var. Valide Sultan, oğlunu koruyordu. Aşk-ı Memnu’da da aynı korumacılık vardı. Genç ve mutsuz bir anne gibi görünüyordu ama sonunda aslında çocuklarını koruduğu ortaya çıkıyordu. Benim de böyle korumacı bir tarafım var.

YANLIŞI KABUL ETMEM!

U.Ç: Zaman içerisinde değişen yönleriniz oldu mu?
N.Ç: Anlık çıkışlarım var. Her zaman disiplin isterim. Yanlış yapıldığı zaman anlık bir fevrilik var, bunu törpülemeye halen devam ediyorum.

AŞKA AŞIK BİR KADINIM!

U.Ç: En büyük tutkunuz nedir?
N.Ç: Aşk. Ben aşka aşık olan bir kadınım. Hep duygusal evlilikler yaptım. Hep de öyle yaşadım zaten. Ama artık o defterleri çoktan kapadım. Öyle büyük bir tutkum yok, dinginlik bana huzur veriyor.    

U.Ç: Hayatınızın rolü hangisiydi?
N.Ç: Çok enteresandır ki; Yeni Hayat dizisinde çömlek yapan bir kadını oynadığım rolü çok sevmiştim.

U.Ç: Nasıl bir rolde oynamak isterdiniz?
N.Ç: Belki tecavüze uğramış bir kadın, belki çok acı çeken bir kadın, belki toplumun bir tarafına dokunan bir kadın olabilir. Hep süslü, taş bebek gibi kadınları oynamak istemiyorum.

HAYATIMDAKİ KIRILMA NOKTASI; İLK EVLİLİĞİMDİ!

U.Ç: Hayatınızdaki kırılma noktası neydi?
N.Ç: İlk evliliğim… Daha kuvvetli bastım ayaklarımın üzerine o evlilikten sonra. Boşandığımız zaman bana kimse rol vermedi. Çok büyük ekonomik sıkıntıya düşmüştüm. Yılmaz, çok eli açık bir insandı ve her şeyi teklif etti ama bana alınmış arabayı bile iade ettim. Yapımcılar onu kazanabilmek için bana tavır koymuş olabilirler. O dönem çok büyük sıkıntılar çektim. O beni güçlendirdikçe hayatı tanıma gücüne sahip oldum.

U.Ç: Son olarak, hala ulaşmak istediğiniz bir hedef var mı?
N.Ç: Sadece sağlık istiyorum. İşlerim zaten yolunca gidiyor.
5 KURUŞ KAZANMADIM, HEP GİYİME YATIRDIM!
Nebahat Çehre'nin Unspoken için yer aldığı moda çekiminin ayrıntılarını ve röportajın tamamını Aralık sayısında www.unspokenmag.org adresinde bulabilirsiniz.
Editör: TE Bilisim